Çin’in Gelişiminin Kendine Has Özellikleri |Ianka PIGORS, Doreen ULLRICH

Views 1151
Okuma Süresi12 Dakika

Bölüm 1: Song Hanedanlığından Maoizme

Çin devleti çoğu ülkeden farklı bir işleyişe sahip. Ülke, daha hızlı ve daha etkili bir altyapı inşa edebilecek veya krizlere cevap verebilecek yetenekte olduğu izlenimi veriyor. Fakat Çin’in bir şekilde “sosyalist” veya “komünist” olduğu fikrinin gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Ülke net bir biçimde kapitalisttir. “Komünist” partide (ironik bir biçimde) örgütlenmiş bir yönetici sermaye sahipleri sınıfı ve büyük bir proletarya bulunuyor. Kâr, üretim ve ticaretin itici güdüsüdür. Ne var ki söz konusu olan özel karakterli bir kapitalizmdir. Bu, hem kapitalizm öncesi hem de bürokratik olarak kontrol edilen planlı bir ekonominin var olduğu Mao döneminde şekillenen Çin tarihinin bir ürünüdür. Kapitalizmin planlı ekonomiden restorasyonu, Çin’in karakterini kesin bir şekilde şekillendirdi. Bu iki bölümden oluşan makalede, Çin tarihinin üzerinden hızlı bir şekilde geçiyoruz.

Ianka Pigors, 9 Mayıs 2020

10. yüzyılda, Song hanedanının ilk imparatoru bölgesel askeri liderleri görevden aldı, orduyu merkezi yönetim altına aldı ve “doğuştan soylulara” karşı denge oluşturan resmi bir aygıt yarattı. Bu sistem, dönemsel olarak görülen kuraklıklar ve sel felaketleri sırasında nüfus için yapay suyolları ile acil durum kaynaklarının yapımı ve bakımı gibi devlete ait altyapı önlemlerinin uygulanmasını mümkün kılmıştı.

17. yüzyılın ortalarında, Çin imparatorluğu fetihlerle bugüne kadar en büyük boyutuna ulaştı. Bu dönem, Latin Amerika’nın sömürgeleştirilmesinin bir sonucu olarak Avrupa’nın jeopolitik yükselişine denk geliyor. Çin’in Avrupa’ya karşı konumu başlangıçta iyiydi. Özellikle çaya yönelik artan talep, İngiltere’ye 1820 yılına kadar yıllık 20 milyon sterlin ticaret açığı getirdi. 1842 yılına kadar Avrupalı ​​güçlerin sadece Kanton limanını ticaret için kullanmalarına izin verildi. Bu 19. yüzyılda değişti. Sanayi devrimi hız kazandı. Avrupa başkenti satış pazarları ve ucuz hammaddeler arıyordu. Çin’in ticaret politikası ticari şirketleri kızdırdı.

Aynı zamanda, Çin’de yüzeyin altında demlenmiş birçok sorun aniden patlak verdi: Devasa coğrafik alanın kontrolü devlet hazinesine yük oldu. Nüfus 1650-1850 arasında 150 milyondan 450 milyona çıktıkça açlıkla mücadele de daha da zorlaştı. Kamu hizmeti aygıtı daha yozlaştı, büyük toprak sahipleri çiftçileri sömürdü. İki savaşta (1839-1842 ve 1856-1860) Çin, Avrupa devletleri tarafından iç pazarını açmaya zorlandı. Nüfusun durumu daha da kötüleşti.

1851’de, diğer şeylerin yanı sıra, arazi reformu, özel mülkiyet yasağı ve cinsiyet eşitliği için çağrıda bulunan Hıristiyan tarikat kurucusu Hong Xiuquan’ın önderliğinde bir köylü ayaklanması patlak verdi. Seferberlikte olmayan askerler, fakir zanaatkârlar ve kadınlar çok çabuk harekete katıldı. İsyancılar “Büyük Barış İmparatorluğu” nu (Taiping) kurdular ve 1864’e kadar Çin’in büyük bir kısmını birkaç yıl boyunca kontrol ettiler, Fransa ve İngiltere’nin desteğiyle imparatorluk birlikleri Taiping İmparatorluğu’nu yok etti. İç savaş 20-30 milyon cana mal oldu.

Kolonyalist sömürü

İlerleyen yıllarda Çin koloni haline geldi. Avrupa ülkeleri, Rusya ve Japonya, 1900’de milliyetçi “boksör ayaklanmasının” bastırılmasından sonra daha da yoğunlaşan ekonomik ve bölgesel çıkarlarını kabul ettirdiler.  2000 yıldan fazladır ayakta olan İmparatorluk sona ermiş oldu. 1912’de Cumhuriyet ilan edildi. Milliyetçi kuvvetler, özellikle de Kuomintang, kısa süre içinde feshedilecek olan Ulusal Meclis’te çoğunluğu oluşturdu. İmparatorluk savaş lordlarının liderliğinde çeşitli bölgelere dönüşerek dağıldı.

Çin ekonomisinin dünya pazarına zorla entegrasyonu, ucuz işgücünden faydalanmak için fabrikalar inşa eden Avrupalı ​​ve kısmen de Çinli girişimcileri gündeme getirmişti. Şangay, Hong Kong, Guangzhou ve Wuhan gibi yeni sanayi merkezlerinde örgütlenmeye başlayan bir kentsel işçi sınıfı ortaya çıktı. Bu işçiler ve aynı zamanda birçok öğrenciler, sosyalist devrimin başladığı Rusya’ya umutla baktılar. 1921’de Çin Komünist Partisi (ÇKP) kuruldu. 1920’lerin ilk yarısında komünist kadrolar ve sendikacılar çok başarılı bir şekilde hareketi inşa edip grevler ve protestolar düzenlediler.

Stalin’in kötü tavsiyeleri

ÇKP; ideolojik olarak daha çok, Rus Devrimi’nden sonra büyük otoriteye sahip olan Komintern’i (Komünist Enternasyonal) dikkate alıyordu. Bu güvenin ölümcül bir hata olduğu daha sonra kanıtlanacaktı. Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra, bürokrat Stalin kendi gücünü ve “tek ülkede sosyalizm” ideolojisini pekiştirmek için SBKP’nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) kontrolünü ele geçirdi. Stalinistler Çinli yoldaşlara, azgelişmiş Çin’in, sosyalist bir devrim mümkün olmadan önce burjuva kapitalist bir aşamadan geçmesi gerektiğini söylediler ve onları burjuva-milliyetçi Kuomintang ile çalışmaya çağırdılar. Kapitalist devletlere daha fazla meydan okumamak için Stalin “aşamalı devrim teorisi” propagandası yapıyordu. Ne yazık ki ÇKP bu talimatı izledi ve Kuomintang ile bir ittifak olan “Halk Cephesi” ne gitti. Bu korkunç bir hataydı. 1926’da Şanghay’a yapılan genel grevden sonra, Kuomintang maskesini düşürdü. Chiang Kai-shek’in önderliğinde ve gangster örgütü “Green Gang”ın (Yeşil Çete) aktif desteğiyle, 12 Nisan 1927’de kanlı bir işçi ve sol katliamı başlattı. En az 300.000 kişi açık saldırıya ve daha sonrasında onun “beyaz terör” safhasına kurban gitti. Çin’deki örgütlü işçi hareketi neredeyse ortadan kalktı. 

Mao’nun gerillaları

Hayatta kalan ÇKP aktivistleri uzak kırsal alanlara çekildiler ve yoksul kırsal nüfusa dayanan gerilla savaşına girdiler. Parti lideri bu dönemin en nihayetinde ortaya çıkardığı Mao Zedong’du. 1949’a kadar süren bir iç savaşta ÇKP sonunda Kuomintang’a karşı galip geldi. 1949’da Mao Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti.

İşçi sınıfı bu süreçte pek rol oynamadı. Başından beri, Mao tarafından kurulan sistem devlet mülkiyetine yaslanan, diktatörlük özelliklerine sahip bir parti bürokrasisiydi. Buna göre, planlı ekonomi asla demokratik ve nüfusun ihtiyaçlarına odaklanmış değildi, bilakis en başından beri bürokratik olarak merkezileşmişti. Bununla birlikte, planlı ekonomi vasıtasıyla tarım sektörünün verimliliği 1958 yılına kadar sürekli artırılabildi. Demokratik kontrol olmadığında bürokratik planlamada kaçınılmaz olan kötü planlama, özellikle “Büyük İleri Atılım” (1958-1962) yıllarında, fırtınalar ve doğal afetlerle birlikte, tarımsal üretimde bir düşüşe ve sonuç olarak en az 15 milyon ölüyle korkunç kıtlıklara ve çevresel yıkıma yol açtı. Felaket, demokratik planlı bir ekonomiyle önlenebilirdi. Ancak 1966 yılında kriz başlamadan önceki seviyede tahıl tekrar üretilebilecekti.

Kamplararası savaş

Batı ile Soğuk Savaş’a paralel olarak, SSCB ve Çin arasında bir güç mücadelesi gelişti. Stalinist Rusya “kendi kampından bir rakip” istemiyordu. Diğer yandan Mao ve bürokratları, Şanghay katliamından bu yana dış politika çıkarlarını komşusu Çin’in çıkarlarının üstünde tutan Rus parti bürokrasisine güvenmiyordu. Mao, Stalin’in halefi Kruşçev’in yaydığı Batı ile “barışçı bir arada yaşama” doktrini eleştirdi ve özellikle eski sömürge ülkelerde Moskova’ya eleştirel yaklaşan solcuların kalbini kazandı.

Bölüm 2’de Kültür Devrimi, Çin’in bürokratik planlı ekonomiden kapitalizme geçişi ve bu kapitalizmin batı varyantı ile ortak noktası ve onu ondan ayıran unsurları ele alacağız.

Bölüm 2: Kültür Devriminden Kapitalist Dünya Gücüne

Maoist Çin, 1950’lerin sonundan itibaren Sovyetler Birliği ile arasında mesafe koyarak kendi gelişim yolunda gitti. Büyük ekonomik ilerlemeye rağmen, Çin hala geri kalmış bir tarım devletiydi ve eğitim seviyesi düşüktü. Mao, kısmen eğitimli personelin bulunmaması nedeniyle birçok alanda illerin merkezi olmayan yönetimine dayandı ve sadece ulusal değil, bölgesel olarak da kendi kendine yeterlilik (otarşi) için çabaladı.

Ianka Pigors ve Doreen Ullrich

1958-1962 “Büyük İleri Atılım”ın ekonomik aksaklıkları Mao’nun partideki konumunu zayıflatmıştı. Siyasi rakipleri, kapitalist ekonomik biçimlere izin vererek ekonomik bir canlanmanın mümkün olacağına inandılar ve Mao’nun etkisini zayıflattılar. 1966’da Mao imdat frenini çekti. “Kültür Devrimi” olarak adlandırılan hareketle, nüfusu, özellikle de gençleri, “müesses nizama” karşı savaşmaya çağırarak devlet yönetimindeki konumunu yeniden kazanmaya çalıştı.

17 yıllık otoriter bürokratik yönetimin ardından, Mao’nun dürtmesiyle patlayan bir sürü öfke birikmişti. Ne yazık ki, “kültür devrimi” işçi sınıfının parazit bürokrasiye karşı politik bir devrimi değil, onun yerine çeşitli unsurlardan oluşan kafa karıştırıcı bir ayaklanmaydı: Öfkeli genç insanların dışında yükselme umudunda olan oportünistler ve eski hesapları kapamak isteyen insanlar da vardı. Kent merkezlerindeki sayıları bu arada önemli ölçüde artmış olan sanayi işçileri, özellikle de isyan eden gençlerin 1967’de Şanghay’daki genel grevde grev kırıcılar olarak kullanılmış olmasından dolayı, bu çoğunlukla yıkıcı ve aşırı derecede şiddet içeren harekete oldukça şüpheyle bakıyorlardı.

İsyan ölçeği kısa süre sonra Mao ve hizipleri için çok ileri gitti. Karşı önlemlere başvurdular. 1968’de partiden bağımsız olarak ortaya çıkan “Kızıl Muhafızlar” gençlik örgütü feshedildi. On milyon ortaokul öğrencisi şehirlerden uzak illere sürüldü. Kültür devrimi sona ermişti. Mao, daha fazla piyasa isteyen sağcı reformculara ve soldan eleştirilere karşı partideki konumunu pekiştirmeyi başardı.

Deng’in kapitalizme giden yolu

Bu zafer Mao’nun hayatından daha uzun sürmedi. 1976’daki ölümünden sonra, sözde “reformcular” iktidara döndü. 1978’de Deng Xiaoping iktidarı devraldı. Halk komünlerini özel parsellere bölerek tarımın kolektifleştirilmesi önlemlerini tersine çevirdi. Yerel parti bürokratları, kamulaştırılmış şirketlerin kâr ve zararlarından sorumlu tutuldu ve doğrudan yabancı yatırımlara izin vermek için özel ekonomik bölgeler kuruldu. Sistem yavaş yavaş ülke geneline yayıldı. Aynı zamanda, ekonominin belirli sektörleri dünya pazarında kapitalist rekabete uygun hale getirildi. Şanghay borsası 1990 yılında yeniden açıldı. Tüm bunları yaparken Deng, parti bürokrasisinin bu süreci kontrolünde tutmasına özen gösterdi.

Günümüz Çin’inde, ekonomi ve devlet alışılmadık şekilde iç içe geçmiş durumda. İDT’ler olarak adlandırılan “İktisadi Devlet Teşekkülleri”, % 50’den fazlası devlete ait olan şirketlerdir.

Batılı sanayileşmiş ülkelerde, bu tür şirketler esas olarak kamu hizmetleri ve lojistik alanında aktiftir veya bankalar ve sigorta şirketleridir. Bu şirketler nadiren gerçek “küresel oyuncular” dır. “Gelişmekte olan ülkeler” olarak ifade edilen ülkelerde farklıdır. Bu eğilim hiçbir yerde Çin’deki kadar baskın değildir. Dünya çapında en fazla satış yapan şirketler listesinde yer alan Çinli şirketlerin üçte ikisi sadece petrol, nakliye ve savunma şirketleri değil, aynı zamanda kimyasal ve gıda üreticileri, ticaret şirketleri ve holdinglerdir.

Ulusal önemi olan 70 ila 100 büyük şirket, “Merkezden Yönetilen Şirketler” olarak “Devlet Varlık Denetleme ve İdare Komisyonu” (SASAC) olarak adlandırılan Danıştay’ın bir komisyonuna veya Maliye Bakanlığına bağlıdır. Merkezden Yönetilen Şirketler, ulusal yönetim organlarının siyasi kararına göre, devlet hizmet sağlayıcıları ve ticari şirketler olarak ikiye ayrılır. Son grup yine aynı kriterlere göre stratejik öneme sahip ve tamamen özel rekabete tabi sektörler olarak ayrılmıştır.

Bu şekilde, merkezi hükümet, siyasi veya ekonomik-stratejik düşünceleri teşvik etmek ve kontrol etmek istediği ekonomik sektörleri kapitalist rekabetten tamamen veya kısmen koruyabilir ve kâr ve rekabet sistemini sorgulamaksızın onlara devlet sermayesini hedefli bir şekilde sağlayabilir.

Devlet Kontrollü Kapitalizm

Ayrıca, yasal olarak yerel yönetimlere veya hükümetlere tabi olan binlerce eski “kent ve köy şirketi” vardır. Gelinen noktada bunlar da artık yaygın biçimde uluslararası alanda aktif durumdadır. Mülkiyet yapıları çok çeşitlidir. Kolektif, devlet ve özel yatırımcılar, genellikle bunların kendi müdürleri veya yerel parti liderleri bunların mülkiyetine katılırlar. Bu şekilde, yerel politika ile büyük bir bütünleşme söz konusudur. Bu, farklı bölgeler arasındaki rekabeti ve gerginlikleri, yerel düzenlemeler ve kurallardan yamalı bir bohça oluşmasını, aynı zamanda merkezi hükümetle çatışmayı uygun hale getirir.

İDT’lere ek olarak, önemli parti kontrolüne tabi olan hükümet dışı şirketler de vardır. Bunun bir örneği telekomünikasyon devi Huawei. Şirket 1987 yılında Ren Zhengfei tarafından başlangıç ​​sermayesi 5.000 $  gibi cüzi bir miktarla ile kuruldu. Ren’in bugün şirket hisselerinin %1’ine sahip olduğu iddia ediliyor, Huawei’ye göre, grubun geri kalanı “çalışanlara” ait. Ancak hisse senetlerini satmalarına izin verilmez ve kendilerini ne doğrudan veya ne de seçilmiş temsilciler aracılığıyla mülkiyet sahipleri kurulunda temsil etmezler. Oy hakları bir “devlet sendikası” tarafından, yani aslında ÇKP temsilcileri tarafından kullanılır ki buradan bürokrasinin siyasi çıkarlarının ihmal edilmediğini varsayabiliriz.

Bürokrasi ve kurumsal patronlar personel alımı noktasında sıkı bir biçimde içi içedir. Çin’de bir şey olmak isteyen Komünist Partiye katılmak zorundadır. Alibaba’nın kurucusu ve en zengin Çinli Jack Ma, elbette KP üyesidir, aynı şekilde en büyük rakipleri Baidu’nun kurucusu Robin Li ve Tencent’in kurucusu Pony Ma gibi. Eski endüstriyel ve finansal grupların çoğunda önemli ÇKP üyeleri bulunur, örneğin bir petrol ve gaz grubu olan en büyük Çinli şirket Sinoprec ve Ping An Insurance grubu gibi. Parti ekonomiyi yönlendiriyor, ekonomi partiyi yönlendiriyor.

Parti bürokratları, çocukları ve akrabaları devlet ve özel şirketlerde görev alır ve böylece zenginlik ve etki gücüne ulaşırlar. 2007 yılında, 13 milyon dolardan fazla varlığı olan 3220 Çinliden 2932’si yüksek rütbeli parti yetkililerinin çocuklarıydı[1].

Çin devletinin ana araçları artık şirketlere doğrudan müdahaleler değil, “makroekonomik önlemler”dir: Onay prosedürleri, idari düzenlemeler, vergiler, bütçe, faiz, yatırımlar. Bugün devlet sektörü ile olan ilişkilerin Mao döneminin bürokratik planlı ekonomisi ile pek az ortak noktası var. Güney Kore, Tayvan ve Singapur’un kapitalist devletlerinin kuruluşundaki devasa devlet müdahalesine daha çok benziyor. Şirketleri kurmada rol modeller Kore’nin “chaebolleri”, Samsung ve Hyundai gibi dev holdinglerdir[2].

Çin’de ekonomik güç başlangıçta köylülerin ve işçilerin elinde idi; Mao yönetiminde kapitalizm kaldırıldı. Deng yönetimindeki kapitalist yeniden yapılanma sırasında, Çin’de yükselen kapitalist sınıf ÇKP’yi giderek kendi çıkar kollayıcısı olarak kullandı. Serbest ticaret bölgeleri ve büyük fabrikaların inşasıyla Çin, dünyanın çalışma tezgahı haline geldi ve şimdi ABD’yi en güçlü ekonomi olarak geride bırakmaya başlıyor. Çin, Asya, Afrika ve Avrupa arasındaki yeni ticaret yolları olan “Yeni İpek Yolu” gibi büyük projelerle koyuluyor. Afrika için kendi ait bir geliştirme stratejisine sahip ve toprak gibi hammaddeler karşılığında ucuz mal ve ucuz krediler veriyor.

Zirve yolunda

Çin kapitalizminin bu özel biçimi, son birkaç on yılın yükselişini sağlamıştır. Yüksek düzeyde hükümet yönlendirmesi ve yatırım, başka ülkelerde düşünülemeyecek altyapı projelerini mümkün kılmıştır. Brezilya, Rusya veya Suudi Arabistan gibi ülkeler çoğunlukla enerji ihracatlarına güveniyor, Hindistan ekonomisi emperyalizmin egemen olduğu bir ülkenin eksik seviyesinde kalırken, Çin dünya pazarının liderleri haline gelen düzinelerce endüstriyel şirket grubu yarattı. Planlı ekonomiden ödünç alınan kapitalizmi yönetme yöntemleri, geri kalmış Çin’in gelişmiş ülkelere yetişmesini sağlamıştır.

Sosyal eşitsizlik

Bu gelişmenin bedel yüksektir. Bunu da Çinli işçiler ödemektedir. Toplumsal eşitsizlik devasa boyutlardadır. Hanelerin en zengin %1’i toplam servetin üçte birine sahiptir; en yoksul % 25’in sahip olduğu kadarına. Hem merkezi olarak yönetilen hem de eski kent ve köy şirketleri kapitalist kâr mantığına uygun olarak faaliyet göstermektedir. Özel şirketler gibi, İDT’lerin de bu nedenle emeğin mümkün olduğunca ucuz olmasında çıkarı vardır.

Kentsel nüfus için Çin sosyal güvenlik sistemi Batı Avrupa standartlarına göre az gelişmiştir. Tıbbi tedavi katkı payları yüksektir, işsizlik ve emeklilik ödemeleri genellikle geçim masraflarını karşılamamaktadır. Yaklaşık 277 milyon göçmen işçinin de dahil olduğu kırsal nüfus daha da az güvencelidir. Bağımsız sendikalar yasaktır, aktivistler devlet tarafından baskı görmektedir. Diğer kapitalist sistemlerde, ordu ve polis nihayetinde girişimcilerin çıkarlarına hizmet eder, ancak Çin’de devlet ve sermaye pek çok yerde birbirini tamamlar. Bu, emek mücadelelerinin bastırılmasını ve kapitalistler için kârlı bir rejimin sürdürülmesini kolaylaştırır.

Çin, kapitalist çelişkilerden ve ortaya çıkan krizlerden azade değildir. Devam eden küresel durgunluk, ülkenin koronayı erken aşıp aşmamasına bakılmaksızın Çin’in ihracata bağımlı ekonomisini zorlayacaktır. İhracatta öngörülebilir düşüş milyonlarca istihdama mal olacak ve tüm sorunlara rağmen sadece yükselişi bilen bir nüfusun yaşam standardını baskılayacak. Bugüne kadar bu kadar istikrarlı kalan Çin rejimi, hızla büyük toplumsal ayaklanmalarla ve bunun sonucunda ortaya çıkan sınıf mücadeleleriyle yüzleşebilir. Sistem krize girerse, özgün Çin kapitalizmi de diğer ülkelerle aynı sorunlarla karşılaşacaktır.

Sozialismus.info


[1] “Have China Scholars All Been Bought?“, Carsten A. Holz, Nisan 2007.

[2] Chaebol, Güney Kore’de adı anılan dev aile şirketlerinin kuruluş modellerine verilen isimdir. 

Previous post Keynesçilik ve Kapitalizmin Krizi |George Martin FELL BROWN ve Tony GONG
Next post ’29 Çöküşü, Büyük Buhran ve ABD’deki Yasadışı Grevler |Nikos ANASTASIADIS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.