Kaz Dağlarını Savunuyoruz

Kaz Dağları
Views 1104
Okuma Süresi7 Dakika

Sermayenin Değil, Hayatın Yanındayız

Ecehan BALTA

Kaz Dağlarında,  2012 yılında altın ve gümüş madeni arama işletmesi için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun verilmesinin ardından başlayan itiraz süreci, 19 Haziran 2019’da Danıştay’ın kararıyla sona erdi. İtiraz reddedildi. Nihai ÇED raporuna göre, Kirazlı Altın ve Gümüş Madeni Ocağı projesi, herhangi bir ekolojik tahribat yapmayacak. Alamos Gold şirketi ve onun yerli taşeronu Doğu Biga Madencilik, Çanakkale Belediyesine karşı “hukuk mücadelesini” kazanınca maden sahası için ağaç kesimine başladı. Havadan alınan fotoğraflarla, şu ana kadar 200 bin civarında ağacın kesildiği düşünülüyor.

Bu katliama, Su ve Vicdan Nöbeti de eşlik ediyor. Maden alanı için ağaç kesiminin başladığı bölgede süren nöbet, maden alanının işgali ve kilitlenmesine kadar gitti. On binlerce insan, bölgedeki nöbete katılıyor.

Sorunun Boyutu: Hayal Bile Edemeyiz

Kaz Dağlarında yer alan, Çanakkale’nin Kirazlı ilçesinde altın madeni faaliyete başlamadan dahi, çok ciddi bir ekolojik tahribat yaşanıyor.  Çanakkale il merkezine 30, Atikhisar Barajı’na 14, Kaz Dağları Milli Parkı’na ise 40 kilometre uzaklıkta olan maden sahasında, kullanılacağı açıklanan siyanür liçi yönteminin, 50 km2 alanı etkileyeceği hesaplanıyor.

Hangi bölgede olursa olsun, yerin altını üstüne getirmeye dayalı madencilik faaliyetleri, insanın da içinde olduğu doğaya ciddi zararlar veriyor. Nitekim, Kaz Dağlarındaki tahribatın şimdiden ekosistemde; ağaçlar, bitkiler, hayvan ve insanlarda yarattığı yıkım, altının değeri ile ölçülemez.

İşletilecek olan maden, 180 bin kişinin tek su kaynağı olan Atikhisar Barajı ile aynı su havzasında. Bu, kısa sürede bölgedeki canlıların suya erişimlerinin kısıtlanacağı anlamını taşıyor.  Çünkü altın madenciliği her şeyden önce suların ağır metaller ve toksik elementlerce kirlenmesi ve kullanılmaz hale gelmesi sonucunu doğurmakta.

Kirazlı maden sahasının yüzde 79’u ormanlık alanın içinde. Geri kalan bölüm ise tarım arazisi. Bu da çok büyük miktarlarda orman ağacının, özellikle bölgede yaygın olan meşe ve çam ağaçlarının kesilmesi anlamına gelecek. Projeye göre 45.650 ağacın kesilmesi planlanmıştı. Oysa şimdiden sadece maden alanında değil, çok daha geniş bir bölgede 200.000 ağacın kesildiği uydu görüntülerinden tespit edilmiş durumda.

Projede, maden sahasının açılması için dinamit kullanılacak; bunun canlılar üzerinde bir fiziksel ve psikolojik hasar yaratacağı kesin, ancak boyutu tahmin edilemiyor. Aynı zamanda, altını topraktan ayrıştırmak için 20 bin ton da siyanür kullanılacağı ÇED raporunda yer alıyor. En büyük avantajı ucuz olmak olan siyanür liçi yöntemiyle altın çıkartılması, seçilebilecek en vahşi yöntem. Siyanür liçi, sadece doğrudan temasla değil, havaya, suya ve toprağa karıştığında, belirli oranda solunduğunda veya başka bir yolla gövdeye alındığında da bitkiler, hayvanlar ve insanlar için öldürücü olabilecek bir yöntem. En azından insanlar üzerinde kanser vakalarında bir patlama yaratacağı açıkça biliniyor. Nitekim, Bergama’da halen süren hukuk  mücadelesinde bir noktada, Danıştay, “doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır” kararını vermişti. Şunu da eklemek gerekir ki, Bergama’da köylüler tarafından kazanılan davalarda “çevre hukuku” adına birçok örnek karar alındığı söylenebilir, ancak kararlar bazen dosya adını değiştirip yeniden başvuru yapılmak gibi ayak oyunlarıyla, yahut hem şirketin hem de idari otoritenin hukuk tanımazlığı nedeniyle, uygulanmamıştır. Maden 2005’te Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’ye, 15 Temmuz darbesinden sonra da kayyuma devredilmiştir. Ancak madende siyanürlü altın çıkartılmaya devam etmektedir. Hatta Danıştay kararına rağmen, siyanürlü liçleme yapılacak üçüncü atık havuzunun açılması gündeme gelmiş olup, bununla ilgili davalar da sürmektedir.

Kaz Dağları, tehlike altında otuz bir bitki ve yedi yarasa türünün yaşam alanı. Aynı zamanda yaban hayat çeşitliliğine de sahip bölgede, ayı, porsuk, su samuru gibi hayvanların göç etmek ya da ölmek dışında bir şansı kalmayacak.  Aynı zamanda bölgede bulunan endemik bitkilerin de türlerinin ortadan kalkması riski fazlasıyla artıyor.

Bütün bunlar, siyanürlü altın madenciliği çalışmalarının ilk elden sayabileceğimiz, bilinen sonuçları…  Madencilik faaliyetine bağlı bölgesel çölleşmenin ekolojik krizin en önemli görüngülerinden olan küresel ısınmanın etkisini artıracağı da bu tabloya eklenmeli.  İşte bu kısmı, diğer etmenlerle birleşince, türlerin yok oluşunu hızlandıran ama bununla kalmayan, bugünden asla tahmin edemeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz katastrofik sonuçlara gebe.

Verilen Tepkiler: Şaşırtıcı Bir Şey Yok

Madeni işleten şirket, tüm maden şirketleri ile aynı pazarlama taktiğini kullanıyor. İstihdam yaratacağından, devlete altının yüzde 4’ünü vererek ekonomiye katkıda bulunacağından, siyanürün çevreye zararı olmadığından, sahanın doğaya yeniden kazandırılacağından bahsediyor.

Elbette işsizlik oranlarının resmi rakamlara göre yüzde 14,7’ye vardığı, gerçekte ise çok daha fazla olduğu Türkiye’de istihdam yaratma demagojisi her zaman işe yarıyor. Maden şirketleri de söz birliği etmişçesine bu demagojiyi yapıyor. Oysa sağlıklı yaşam, barınma, istihdam, eğitim ve gıda, kamunun görevidir. Kamu insana ve doğaya çok daha yararlı alanlarda istihdamı geliştirme sorumluluğu taşımaktadır.

Maden şirketleri sadece bu demagojiyle kalmıyor, daha da fazlasını yapıyorlar. Örneğin, Kurban bayramlarında tüm köylüye kurban dağıtmak, ilköğretim okullarına sınıf yaptırmak, köy yollarını düzeltmek gibi popülist “sosyal destek projeleri”, maden şirketlerinin ana faaliyetlerinin bir parçası haline gelmiş durumda. Böylece maden etrafındaki yerleşimlerdeki insanları bölebilmeyi başarıyorlar. Bu, gittikleri hemen tüm bölgelerde uyguladıkları bir strateji.

Ama örneğin Bergama’da bir gece yarısı köyün mezarlığının tamamını taşıyınca ya da ağaç kesmeyeceğiz dedikleri yerlerdeki 1500 çam ağacını bir gecede kesiverince, yerli halk da neyin ne olduğunu anlıyor. Ya da bir toplumsal pazarlık sonucu madene alınan yerlilerin emek güçleri pahalı olduğundan, maden işletilmeye başlar başlamaz ilk işten çıkarılanlar kendi çocukları olduklarında maden şirketinin demagojisinin gerçekte büyük yalanlardan ibaret olduğunu kısa sürede görüyorlar. İstihdam artacak derken ellerindeki tarımsal arazilerden ve gelirlerden olduklarında güvenceli istihdamı şirketten değil, devletten talep etmeleri gerektiğini fark ediyorlar.  Ama çoğunlukla iş işten geçmiş oluyor.

Kaz Dağları bahsinde, Hükümet, bir suç olduğunu kabul etmiş, ama o “suçu” başkasına atmanın peşinde: Örneğin, bölgede maden arama ruhsatının AKP’den önce verildiğinden bahsediyor. Bu doğru! Türkiye’de bu bölgeyi de içerecek şekilde, tam 560 noktada maden arama izni 1993 yılında yapılan bir düzenleme ile verildi. Ama bu düzenleme, başka yerlerde uygulanmış olsa da, bölgede 2006’da AKP’nin iktidarda olduğu dönemde yapılan değişiklikle son engeller de kaldırılana kadar uygulanmadı. Hükümet diğer yandan madenin Milli Park statüsünde olan Kaz Dağları bölgesinde olmadığını söylüyor, kesilen ağaç sayısının da sadece 13 bin 400 olduğunu ifade ediyor. Ama işte bunlar doğru değil. Madenin Kaz Dağları Milli Parkına 40 km uzaklıkta olması, onu Kaz Dağlarının kuzeybatı eteklerindeki Kirazlı’da yaratacağı dağ ekosistemi açısından zararlı sonuçları ortadan kaldırmaya yetmiyor. Dağ ekosistemlerinin hem en üretken hem de en kırılgan oldukları gerçeğini değiştirmeye de…

Bunların karşısında muhalefet partileri Kaz Dağlarını savunan açıklamalar yapıyorlar. Ancak “altın için ağaç kesilebilir fakat makul miktarda olsun”, “yabancı firma olmasında yerli olsun”, gibi anlayışları satır aralarında duyabiliyoruz.

Hayatın Yanındayız

“Bu boğaz yukarı kadar, dağın üstüne kadar zeytin. Eeee ben bunları gönül rahatlığıyla yiyip, içemezsem yaşamım biter burda. Zaten insan yaşamında hava, toprak, su. Bunlar olmadıktan sonra insan yaşayamaz. Bu hem havayı kirletcek, hem suyu kirletcek, hem toprağı kirletcek; burda yaşam olmıycak. Ondan sonra git gayri. Ölceksin yani başka çaren yok” (Bir Bergama köylüsü, 1998)

Altın madenciliği ister yerli, isterse de yabancı şirketler tarafından yapılsın, doğaya ve insana aynı zararı verir.  Yerli şirketin kestiği ağaç daha az olmaz. Yerli şirket daha az siyanür kullanmaz.

Bugün, bizler altının daha az zararlı yöntemlerle çıkartılması noktasında da değiliz. Çünkü bizim altına ihtiyacımız yok. Altına ihtiyacı olanlar, zenginliklerine zenginlik katmaktan başka bir derdi olmayanlar… Bizim, sularla, ağaçlarla birlikte yaşamaya, beslenmeye, oksijene ihtiyacımız var. O yüzden kar hırsına karşı doğanın ve insanın yaşam hakkını savunmalıyız.

Bergama köylüleri, 1990’lı yıllara damgasını vuran siyanürlü altın madenciliğine karşı mücadelelerini “yaşam hakkı hareketi” olarak tanımlamışlardı. Yerli ya da yabancı; sermayenin değil, hayatın yanında duralım.

Küresel ısınmaya karşı sürdürülen ve 2019 içinde tüm dünyaya yayılan grevler, Eylül’de tek bir güç olarak müdahalemizi daha anlamlı getirecek bir biçime bürünecek. 20 Eylül ve devam eden hafta tüm dünyada Küresel İklim Grevi gerçekleştirilecek. Hali hazırda dünya çapında pek çok işçi sendikası, bu greve üyelerini dahil etmek ve grev etrafında kamuoyu yaratmak için çalışmalarını sürdürüyor. Örneğin Alman hizmet sektörü sendikası Ver.di, 2 milyon üyesini greve katılmaya çağırdı. Grevin örgütleyicileri arasında sadece Almanya’dan değil, tüm dünyadan sendikalar yer alıyor.

Küresel iklim krizi ancak yine küresel çapta bir müdahale ile durdurulabilir ve bu müdahale, üretimin bir avuç sermayedarın karı için yapıldığı kapitalist sistemin kendisine karşı verilen mücadele ile birleştirildiğinde gerçek ve kalıcı bir çıkış yaratabilir. Bu yüzden, doğanın ve insan yaşamının tahribatı üzerine kurdukları refahlarından, karlarından (altınlarından) vazgeçmek istemeyecek olan şirketlere ve onların çıkarlarını kollayan hükümetlere karşı biz, sıradan insanlar, yani toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı, gündelik hayatın akışını değiştirmek yönünde iradeyi elimize alacağız.

İşte o küresel eylem günü, gelin, Kaz Dağlarında ve tüm dünyada altın madenlerine karşı mücadelenin de günlerinden biri olsun.

Sömürü sisteminin bir sonucu olan ekolojik krize karşı mücadelede önemli bir dönüm noktası olma potansiyeli taşıyan Küresel İklim Grevini sendikalar başta olmak üzere, hep beraber örgütleyelim.

Previous post İspanya:Feminist Hareket İçin Önemli bir Zafer
Next post CWI’daki Bürokratik Darbeye Dair

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.