Solda İki Cephe HDP & BHH |İsmail N. OKAY

Views 622
Okuma Süresi13 Dakika

Birleşik Haziran Hareketi, HDK/HDP’nin yanında solda oluşan ikinci bir sol cephe olarak ortaya çıktı. 2014 yazından itibaren irili ufaklı birçok sol parti, grup ve tekil kişilerin inisiyatifi ile gerçekleşen ve belirli aralıklarla yapılan üç toplantının sonunda Ekim’de kuruluşu ilan edildi.

Birleşik Haziran Hareketi

Bir iki ay gibi kısa bir sürede ilan edilen cephe, isminden de belli olduğu gibi 2013 Haziranında Türkiye’yi sarsan ve ülkenin en büyük ve uzun soluklu kendiliğinden protestoları olan Gezi Direnişi’ne dayanıyor. Bu protestolardan bir buçuk yıl gibi bir gecikme ile ortaya çıkmasına rağmen BHH kuşkusuz Türkiye’de sosyalist solun birleşik mücadelesinin kristalize olması açısından önemli bir gelişmedir.

Gezi sırasında ortaya çıkan park forumlarından yola çıkarak mahalle, semt forumları adı altında forumlar düzenleyerek yerel meclisler şeklinde örgütlenen BHH, Aralık sonunda Ankara’da ilk Türkiye meclisini topladı ve “Bilimsel ve Laik Eğitim için Ayaktayız” sloganı altında Türkiye çapında bir kampanya startı vererek Türkiye’de solda birleşik bir güç olma iddiası ile yola koyulduğunu ilan etti.

Gezi protestoları ve Birleşik Haziran Hareketi

Gezi protestoları dinamiği karşısında Türkiye sol hareketinin durumu kendini birden içi çeşitli malzemelerle dolu bir mutfakta bulup da ne yapacağını bilemeyen bir aşçının halini andırıyordu. Uzun süre elinde domates, biber, yumurta ile kısıtlı malzemelerle ancak menemen yapabilen bu aşçının yaptığı yine melemen yapmak oldu, fakat bu kez çokça.

Gezi kendiliğinden ortaya çıktı ve Türkiye sol hareketine peş peşe nadir bulacağı şanslar sunduğu halde, sol hareket ne yapacağını bilemedi.  İlk başta kısa sürede Türkiye çapında şehirlerin meydanlarında, semt ve mahallelere yayılan geniş protestolar, sonra süre açısından iki hafta aralıksız daha sonra çeşitli biçimlerde

2014 Martında Berkin Elvan’ın cenazesine kadar sürdü. İkinci haftanın sonunda hükümet güçlerinin Taksim’i dağıtmalarının ardından Gezi hareketi önce “duran adam eylemi” ardından da park forumlarıyla yeni biçimler alarak devam etti. Ne var ki sol bu forumlarda da tali olanla meşgul olmaktan öze gelmedi. Gezi hareketinin en başat sloganı “Tayyip İstifa” iken, bu forumlarda kitlelere bunun nasıl yapılacağı konusunda herhangi bir taktik-strateji geliştirmek konusunda bir öneri sunmayı beceremedi. Kentlerde, mahalle ve semt parklarında toplanan kitleler AKP’nin nasıl yenilebileceği kaygısını tartışırken sol bir tek bildiği şeyi; menemen yapmayı sürdürdü. Ne dokuz ay sonra yapılacak yerel seçimleri ne de bir sene sonrasındaki cumhurbaşkanlığı seçimini hesap edebilecek bir öngörüye sahipti.

Birleşik Haziran Hareketi’nin birkaç ay gibi bir sürede kurulmasını göz önünde bulundurduğumuzda anlıyoruz ki eğer Türkiye sol hareketi biraz kafasını kaldırıp olan biteni doğru kavrayabilmiş olsaydı Gezi protestolarından, yani direk bu hareketin içinden güçlü bir yapı olarak çıkabilirdi. Yapması gereken şey bir buçuk sene gecikme ile yaptığını yapmaktı: forumları,  mahalle, semt, kent ve Türkiye meclislerine çevirip Birleşik Haziran Hareketi’nin o kitle tarafından oluşmasına önayak olmaktı. Böylece Türkiye’de güçlü birleşik bir sol hareketin temelleri atılmış olacaktı. Fakat Türkiye solunun bu noktaya gelebilmesi için önce 17/25 Aralıkta ortaya çıkan ve iktidar partisini bütün çıplaklığıyla deşifre eden skandal olayı çaresiz tape dinlemekle geçirmesi; yerel seçimlerde Ankara’da Gökçek ile eski faşist Mahsur Yavaş, İstanbul’da Kadir Topbaş ile Mustafa Sarıgül arasında tercih yapması; Soma’da Erdoğan’a duyulan tepkiye rağmen biçare küçük protestolar organize etmekle yetinmesi gerekti.

BHH ve Haziran Seçimleri

Her şeye rağmen BHH’nin kuruluşu birçok kesimde heyecan ve ilgi yarattı. Fakat bu mayanın tutup toplumsal gelişmelere etki edebilecek gerçek bir güç haline gelip gelmeyeceği henüz muğlaktır.  BHH’nin 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlerle ilgili tutumu ve HDP’ye açıktan oy çağrısı yapmaması bu mayanın tutmasının birçok açıdan güç olduğunu gösteriyor.

“Birleşik Haziran Hareketi kendi dışındaki sol kesim ve partilerle ilişkilerindeki temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileridir.

Birleşik Haziran Hareketi, seçim süreci ve sonrasında bu konumunu korumak konusunda kararlıdır. Ancak bu bağımsız duruşun bir gereği olarak, altını çizdiğimiz toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde olacağımızı da kamuoyu ile paylaşıyoruz.”

BHH’nin bu seçime dair bu açıklamasında birinci ve kendi inşası açısından en sorunlu yanı, BHH’nin kendi başına ağrılığı olan bir cephe olarak kendini net bir kararla ortaya koyamamış olmasıdır. Böyle bir durumda “kitleler”in BHH’nin mevcut olmayan bir kararının arkasına geçmeleri mümkün olamaz. Oysa kitlelerin ardına düşebileceği tutum ve kararlarla BHH varlığını teyit edebilir. Hele de en kritik durumlarda tutum alamayan bir yapı sadece kendi varlığının gerekliliğini şüpheye sokmakla kalmaz, aynı zamanda kendine yüzünü dönmüş olanları da öylece ortada bırakmış olur.

İkinci sorunlu nokta BHH’nin neden bir tutum alamadığı ile ilgili. ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş BHH’nin seçim tavrı netleşmeden önce CHP ve HDP’ye ittifak çağrısında bulunmuştu. Bu çağrı, BHH’nin iki partiyi de aynı yere koyduğu anlamına geliyor. O halde bundan BHH’nin HDP’ye mesafeli dumasında meselenin HDP’nin sosyalist bir programa sahip olup olmadığı olmadığı sonucu çıkıyor. Çünkü HDP açık sosyalist bir programa sahip olmamasına karşın Alper Taş’ın ittifak çağrısı yaptığı CHP salt bir sermayedar partisidir.

Geriye BHH’nin seçimlere dair tutum(suzluğu)nun taktiksel kaygılarla ilgili olduğu gerçeği kalıyor.  “Birleşik Haziran Hareketi kendi dışındaki sol kesim ve partilerle ilişkilerindeki temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileridir” diyor, BHH seçime ilişkin bildirisinde. Bu durumda da salt seçim aritmetiği açısından bakıldığında bile AKP için büyük bir yenilgi anlamına gelecek olan HDP’nin %10 barajı aşması karşısında BHH’nin açıktan seçim çağrısı yapmamasını sekterizm ve öngörüsüzlük dışında bir şey ile açıklanamaz. “Gezi milyonlarının” en başat “duyarlılığı” Erdoğan’ın tek adam rejimi ve AKP’nin 12 yıldır politikalarını hayata geçiren iktidarı idi. Eğer BHH’nin “… temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileri” ise BHH’nin HDP için değil sadece oy verme çağrısı yapması, bizzat aktif bir şekilde seçim çalışması yapıp oy toplaması gerekirdi. Çünkü öyle görülüyor ki bir tek HDP’nin barajı aşması durumunda AKP’nin tek parti iktidarı tarih olurken, başkanlık ise Erdoğan’ın hayali olarak kalacaktır.

Sonuç itibari ile BHH tüm bileşenlerine ve destekleyenlerine seçimlerde “yüreğinin götürdüğü yere git” imasında bulundu. Böylelikle Türkiye’de sonuçları ile önemli bir dönemeç olan genel seçimlere birleşik bir cephe olarak müdahil olan bir aktör olma şansını kendi elleri ile ortadan kaldırmış oldu.

Öyle ki, böylece bileşenleri olan, fakat varlığının olmadığı bir cepheye döndü BHH, zira bileşenlerden Komünist Parti (KP) seçimlere kendi adı ile gireceğini açıklarken birçok parti ve grup da HDP’ye destek çağrısı yaptılar. Bileşenlerinin tekil tutumlarında bir sıkıntı görülmemeli; fakat sıkıntı ortada bir BHH’nin olmamasındadır. Oysa yapılması gereken bunun tersi bir tutum olmalıydı. Yani BHH bir cephe olarak HDP’ye oy verme çağrısı yaparken, bileşenlerin de tekil olarak nasıl bir tutum alacaklarını kendilerinin belirlemesi. Böylece hem farklı bir tutum almak isteyen grupların (KP gibi) taktiksel kararlarının cephede yer almalarına engel teşkil etmemesi sağlanmış olurdu hem de BHH’nin varlığı teyit edilerek gelişmesinin önü açılmış olurdu.

Sonuç olarak

8 Haziran’dan itibaren Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi açısından yeni nesnel koşullarla yüz yüze kalacağız. Sosyalist sol hareket her şeye rağmen toplumsal olayların akışını etkileyebilecek bir gücü teşkil etmemekte. Gerek ekonomik kriz gerekse de politik krizlerle dolu fırtınalı günlerin gelmekte olduğunu hepimiz hissediyoruz. Bu yüzden bu fırtınada güçlü olmak zorundayız. Güçlü olmak için de birlik olabilmeliyiz. HDP/HDK ve BHH aynı zamanda ayrı yürüsek de birlikte mücadele edebileceğimizin kanıtı olması açısından değerlidir ve işçi sınıfı mücadelesi tarihi için ileriye doğru atılmış adım olarak görülmelidir.

BHH seçimler konusunda politik ve taktiksel bir yanlış yapmıştır, fakat bu yanlıştan daha büyük bir yanlış, BHH’nin yanlıştan ders çıkarmak yerine onun dağılmasına götürecek sonuçlarının önüne geçmemesi olur. Dolayısıyla BHH’nin üstüne düşen, en yakın Türkiye meclisinde ayrıntılı bir bilanço çıkararak bu hataları bir uyarı sinyali olarak görüp BHH’yi inşa etmenin yolunu tekrar açması ve bu ileriye atılmış adımın devamını getirmesidir.

Türkiye’nin yeni sol kitle partisi, HDP

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Haziran seçimlerinin en kilit partisi olmuş durumda. Aynı zamanda 7 Haziran genel seçimleri de Türkiye’de yeni bir sol kitle partisinin oluşumu için kilit bir eşik durumunda.  HDP’nin anti demokratik bir uygulama olan yüzde on seçim barajını delmesi durumunda AKP’nin ve Erdoğan’ın yolu kesilmiş olacak. Barajın altında kalması ise Erdoğan için önemli bir zafer anlamına gelecek. Ayrıca seçim barajını aşmış bir HDP, Türkiye’nin yeni sol kitle partisi olduğunu teyit edecek.

Kuruluş ve gelişim

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Abdullah Öcalan’ın 2011 seçimleri öncesi BDP ve diğer sol, sosyalist partilerinin birlikte bir çatı partisi kurma fikrinin zaman içerisinde çeşitli süreçlerden geçtikten sonra ortaya çıkan son hali.  BDP o yılki genel seçimlere “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” adı altında bağımsız adaylardan oluşan bir listeyle girdi. Blok’un içlerinde Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya Önder gibi Kürt özgürlük hareketinden gelmeyen üç sosyalistin de olduğu 36 milletvekilini Meclis’e gönderebilmesi birleşik parti fikrinin hayata geçirilmesi için elverişli bir zemin sağladı. Ardından Ekim’de gerçekleştirilen ve 20 civarında toplumun çeşitli kesimlerinden oluşan yapıların katılımıyla önce Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ilan edildi. HDK bir yandan varlığını devam ettirirken, diğer yandan da 2014 yerel seçimlerine katılmak maksadı ile Ekim 2012’de HDP kuruldu.

Test süreci

HDP/HDK kurulduğundan itibaren çeşitli tarihsel testlerden geçti. Bunlardan en önemlilerinden biri, hiç kuşkusuz Gezi protestoları idi. Özellikle hükümet ile sürdürülen “çözüm süreci” görüşmeleri kaygıları ile Gezi direnişini doğru tahlil edemeyen HDK’nın bilhassa da BDP kanadının temsilcilerinin yaptığı açıklamalar HDK’ya yönelik olarak, Gezi’yi desteklemediği ve hükümetin yanında bir tavır sergilediği gibi ithamlara yol açtı. Her ne kadar ne Kürtlerin Gezi’ye katılmadıkları ne de hükümetin yanında yer aldıkları doğru değil idiyse de,- Hele de Gezi Direnişinin başlarında öne çıkan en önemli figür BDP milletvekilli Sırrı Süreyya Önder iken-  özellikle de başlarda BDP’nin kafasının karışık olduğu açıktı.

Pek tabii ki Gezi’de Kürtler vardı, fakat bu, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kolektif dinamiği değildi. HDK daha sonra bir özeleştiri yayınlayarak yeterli tutum sergilemediklerini kabul etti.

2014 yerel seçimleri de HDP için salt bir Kürt partisi değil de Türkiye’nin yeni sol partisi olma iddiası konusunda önemli bir testti. Bunu HDP’nin batıdan alacağı oy oranı gösterecekti. Seçim öncesi HDP özellikle Karedeniz ve Batı illerine ziyaretler gerçekleştirdi. Gittiği Ordu, Samsun, Fethiye gibi illerde ırkçı saldırılara uğradı. Fakat her ne kadar HDP bazı illerdeki gezilerini iptal etmek zorunda kalmış olsa da batı illerinde de var olmak iddiasında olduğunu böylece göstermiş oldu.

2014 yerel seçimlerine Kürdistan’da BDP, Türkiye’nin batı illerinde ise HDP olarak katıldı. Böylece bir hem henüz HDP/ HDK’yı yeterince hazmedememiş Kürt oyları sağlama alınmış hem de batı illerine HDP’nin seçim bazında ayak basması test edilip görülmüş olacaktı. Sonuç olarak BDP kendi oylarını korumayı başarırken HDP %2 gibi bir oy oranı aldı.  Seçim sonucu HDP için sansasyonel bir başarıya tekabül etmemiş olsa da birçok sol grubun iddia ettiği gibi bir başarısızlık da değildi. Hepsinden önemlisi seçim sonuçları HDP/ HDK “projesinin” çökmediğinin göstergesi idi.

Böylece HDP inşasında yeni bir aşamaya geçildi. O da BDP’nin kendini çözüp tümden HDP’ye katılması. Bu birçok kesimde HDP “projesinin” iflas ettiği ve çok kısa zamanda HDP’nin BDP’leşip salt bir Kürt partisine döneceği sonucuna vardırdı. Bileşenlerinin en büyük partilerinden EMEP bu tartışmalar içerisinde HDP’den ayrıldığını duyurdu. Fakat gelinen noktada zaman BDP’nin bu kararının da doğru bir taktik olduğu göstermiş oldu Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Yerel seçimlerden sonra çok hızlı bir şekilde yeniden şekillenen HDP’nin yeni eşbaşkanları BDP’den gelen Selahattin Demirtaş ve ESP’li Figen Yüksekdağ oldular. HDP’nin önemli bir hamle yaparak Selahattin Demirtaş’ı cumhurbaşkanlığına aday olarak belirlemesi kuşkusuz HDP’nin inşa süreci içi bir sıçrama yarattı. Özellikle CHP ve MHP’nin Başbakan karşısında, onun oylarını bölme taktiği ile ortak ve muhafazakar olarak bilinen bir aday çıkarmasının yarattığı durum HDP’nin üçüncü bir güç olarak belirmesini sağladı. Her iki partinin ortak adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sol kesimlere uygun olmamasının yarattığı hayal kırıklığı, HDP’nin adayı olan Selahattin Demirtaş’ın önemini arttırdı. Demirtaş’ın demokratik taleplerin yanında sosyal sorunlara eğilmesi, seçimden kısa bir süre önce madenci katliamının yaşandığı Soma’yı, Gezi direnişinden sonra ortaya çıkan park forumlarını ziyaret etmesi onun profilini daha görünür kıldı. Böylelikle HDP yerel seçimlerde elde edilen sonucun üzerine iyi inşa etmesini bilerek Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde %10 gibi bir sonuç alması ile esas eşiğin de aşılabileceğini gösterdi. Kuşkusuz Selahattin Demirtaş’ın dolayısıyla da HDP’nin elde ettiği başarının birçok anlamı vardır. Fakat en önemlisi, Türk emekçi sınıflarının bir Kürt adaya/partisine oy veremeyecekleri savının çürümesidir.

Türkiye’deki yeni formasyon, HDP

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından dünya çapında sosyal demokrat partilerin tamamen burjuva partilerine dönüşmesi ile ortaya çıkan işçi sınıfının parti formatında temsiliyeti sorunu 2000’lere doğru değişmeye başladı. Özellikle de kapitalizme karşı hoşnutsuzluğun tekrar kitlesel bir şekilde dillendirilmeye başlamasıyla kapitalizmin ilan edilen sonsuz zaferi toz duman oldu. Nükleer santral, küreselleşme ve savaş karşıtı hareketler, özellikle de Batı’da işçi sınıfının kazanımlarını yok eden sosyal hak kısıtlamalarına karşı hareketler gibi çeşitli formlardaki bu hareketler bazı ülkelerde yeni parti formasyonlarını ortaya çıkardılar. Almanya’da die Linke, Fransa’da NPA, Brezilya’da P-Sol, Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi bu partilerin hiçbiri gerek programatik gerekse de yapısal olarak birbirilerinin aynı değiller.

Ne var ki hepsinin önemli ortak yanları da var. Örneğin bu partilerin hiçbiri anladığımız anlamda devrimci parti değil. Hiçbiri açık bir sosyalist bir programa sahip değil. Fakat kimi daha az kimi daha fazla vurguyla da olsa hemen hemen hepsinin programında antikapitalist unsurlar mevcut. Ayrıca hepsi yaşanılan sorunların sistem sorunu olduğunu söylüyor ve emekçiler lehine, kapitalistler aleyhine reform ve talepler sunuyor.

Bu partilerin hepsi bulundukları ülkelerin özgül koşullarında ortaya çıkıp, o özgül koşullara göre şekillenmişlerdir. Hepsi de işçi sınıfının gerek sınıf bilinci seviyesinin gerekse de örgütlülük derecesinin en altta olduğu bir durumda, sınıf bilincinin ve örgütlenmesinin yeniden oluşmaya henüz başlamakta olduğu bir evrede ortaya çıkan hareketler. HDP de Türkiye koşullarında ortaya çıkmış ve buranın tarihsel özgül koşullarından karakterize olan bir parti. Türkiye sosyalist hareketi içerisinde HDP’ye dair en genel kanı, Kürt hareketinin parti içinde dominant olması ve özellikle de onun Abdullah Öcalan’ın önerisi ile kurulmuş olmasının HDP’nin Türkiye işçi sınıfının bir geniş tabanlı sol partisi olması önünde sorun olduğudur. Oysa Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ve Kürtler Türkiye’nin en dinamik ve örgütlü gücünü temsil ederken, bunun pek tabi ki Türkiye işçi sınıfının yeniden inşa ve şekillenmesinde etkisi olacaktır. Elbette Marksistler sınıf mücadelesinde işçi sınıfının mevcut bilinç düzeyini göz önünde bulundurarak hareket ederler. Fakat bunu sınıfın bilincine yönelip onu ileriye taşımak için yaparlar; yoksa sınıfın mevcut haliyle peşine takılıp “kuyrukçuluk” yaparak değil. Bu bakımdan, esas sorun KÖH’ün kendini Türkiye işçi sınıfının yeniden inşasında uzak tutmaya devam etmesi olurdu. Oysa KÖH’ün, bu tavrını yerel seçimlerden sonra değiştirdiği görülüyor. Bu kısaca “madem Türkiye sol hareketi Türkiye’de bir sol kitle partisini inşa edecek yetenekte değil, o halde onun inşasında da inisiyatifi ben ele alıyorum” şeklinde ifade edilse yanlış olmaz. Şimdiye kadar tüm çabalar Türkiye sol/sosyalist hareketi ile KÖH’ün iki ayrı hareket olarak olabildiğince ittifak yapması ve desteklemesi biçiminde iken, şimdi ise KÖH’ün bizzat esas aktör olarak bu görevi üstlenmesi söz konusu.

Halk partisi mi? Sınıf partisi mi?

Gerek Avrupa’da ortaya çıkmış olan yeni sol formasyonların gerekse de HDP’nin sınıf partileri olmamalarına rağmen taleplerinin özü geniş emekçi sınıflarının sermayedarlar karşısında çıkarları doğrultusunda. Oysa işçi sınıfının ihtiyacı olan, kendisinin kurduğu, kendi çıkarları için mücadele eden kendi sınıf partisidir. Henüz böyle bir parti yok ve ortaya çıkmamasının da birçok nesnel nedeni var kuşkusuz.

Bunlardan en başat olanı elbette ki işçilerin, emekçilerin mücadele sahnesine bir sınıf olarak çıkmamış olmasıdır. Nesnel koşullar değişip işçi sınıfı kendini tekrar göstermeye başladığında kendi partisini kurma koşulları da aynı zamanda oluşacaktır. Ortaya çıkmış olan bu yeni formasyonlar da bu karmaşık sürecin önemli parçalarıdırlar.

Diğer taraftan kapitalizmin krizleri ile birlikte ortaya çıkan koşullar olgunlaştığında da işçi sınıfı kendiliğinden sola kaymayacaktır. Fakat bir yandan ayakta kalma mücadelesi verirken diğer yandan var olan durumu sorgulayacak ve alternatif arayışlarına girişecektir. Gerek işçi sınıfının tarihsel deneyimleri gerekse de bugün yanı başımızdaki Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerde yaşanılanlardan biliyoruz ki işçi sınıfı pekâlâ din, mezhep, millet gibi yönelimleri alternatif olarak seçebilir. Böyle bir durumda işçi sınıfı birliğini savunan ve onu örgütleyen bir partinin olmayışı felakete yol açar, açmıştır. HDP’nin etnisite, din, mezhep ve farklı yaşam biçimi birliğine vurgu yapması bu bağlamda ayrı bir önem taşıyor.

HDP her ne kadar çoğunlukla emekçi ve yoksul kesimlere dayanıyorsa da zayıf da olsa bazı Kürt burjuva ve küçük burjuva kesimlerinin de desteğini alması onun bir burjuva partisi olduğu anlamına gelmez. Esas olan bütünlüktür ve HDP’nin ileride neye evirileceğinin ucu henüz açıktır. Bugünkü verilerden yola çıkarak, eğilimin, HDP’nin yüzde on barajını aşması durumunda Türkiye’de siyasi dengeleri işçi sınıfının lehine etkileyecek olan kitlesel halkçı bir sol parti yönünde olması yönünde olduğu söylenebilir.

Bugün HDP’nin önemi onun gelecekte ne kadar sınıf partisi olup olmayacağı tartışması değildir; bilakis işçi sınıfı mücadele sahnesine çıktığında HDP’nin ona yönelip yönelmeyeceği ve işçi sınıfının da yüzünü HDP’ye dönüp dönmeyeceği; HDP’nin parlamentarizme mi sıkışıp kalacağı, yoksa parlamento dışındaki hareketle bütünleşip onunla sokağa çıkıp çıkmayacağı, sokağı da parlamentoya taşıyıp taşıyamayacağıdır.

*Bu yazı Sosyalist Alternatif Dergisi’nin 1. sayısından alınmıştır.

Previous post Renault’ta da Anlaşma Sağlandı
Next post Buzluktaki Barış |İsmail N. OKAY