Yunanistan Antifaşist Hareketinin ve İşçi Sınıfının Bir Zaferi || Andros PAYIATSOS

Views 835
Okuma Süresi10 Dakika

“SUÇLU!” – Altın Şafak Aleyhine Verilen Karar Yunanistan Antifaşist Hareketinin ve İşçi Sınıfının Bir Zaferidir

Andros PAYIATSOS, Xekinima, ISA Yunanistan

7 Ekim, işçi sınıfı, anti-faşist hareket ve Yunanistan’daki sosyal hareketler için tarihi öneme sahip bir gündür. Altın Şafak (AŞ) davası sona erdi ve neo-Nazi örgütü olarak mahkum edildi: faşist bir haydutlar ve katiller suç çetesi. Anti-faşist hareket için karar, yıllardır, hatta on yıllardır devam eden bir mücadelenin haklı göstergesiydi. Mahkemelerin dışında toplanan on binlerce işçi ve genç için büyük bir sevinç anıydı – tezahürat ve şarkılar ve aynı zamanda gözyaşları.

Muhafazakâr ve gerici güçleri için bu bir keder anıydı. Bu aslında, kararın açıklanmasından saniyeler sonra, herhangi bir provokasyon olmaksızın (protestocular tarafından üzerlerine atılan küçük, yarı boş plastik su şişeleri dışında), kitlesel protestolara tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla şiddetli bir saldırı başlatan çevik kuvvet polisinin (aşırı sağ ve AŞ ile bağlantıları ile bilinen) davranışına yansımıştı. Göstericileri, protestonun gerçekleştiği yerden 1 km kadar uzaklaştırdılar.

7 Ekim Çarşamba sabahı mahkemelerde yapılan protestolara katılım 30 ila 40.000 arasındaydı. Bu, otuz yılın en büyük anti-faşist gösterisiydi ki Eylül 2013’te Pavlos Fyssas’ın öldürülmesinden hemen sonraki gösterilerden bile daha büyüktü.

Egemen sınıfın gerçek hedefleri

Dava 5 buçuk yıl önce başladı, 454 duruşma yapıldı ve sonuna kadar, yani duruşmanın son günü, sonucu belirsizdi.

En başından beri yönetici sınıfın ve devletin AŞ’ın öldürücü rolünü küçümsemeye çalıştığı açıktı. Pavlos Fyssas’ın (faşizm karşıtı bir şarkıcı) öldürülmesi başlangıçta medya tarafından … farklı futbol taraftarları arasındaki bir tartışma olarak sunuldu!

Cinayetin arkasındaki siyasi saiklerin gerçekliği artık gizlenemeyince, devlet müdahale etmek ve AŞ’yi adalete teslim etmek zorunda kaldı. Ancak başından beri, polisin, yargının, medyanın vb. tüm girişimi, cinayeti sorumsuz bir kişinin, infazcı Rupakias’ın eylemlerinin sonucu olarak sunmaya yönelikti. Cinayetle ilgili ezici kanıtlara rağmen AŞ’ın siyasi faaliyetlerine devam etmesine izin verildi.

Egemen sınıfın kontrolündeki medya – basın, radyo ve TV – geçen yıllar boyunca sanki hiçbir neo-Nazi örgütü yargılanmıyormuş gibi duruşma yapılmıyormuş gibi davrandı!

Son olarak, savcılık, geçtiğimiz Aralık ayında (2019), tetikçi Rupakias hariç, neo-Nazi örgütünün kalan 68 suçlu liderinin ve kadrosunun serbest bırakılması ve “suçsuz” ilan edilmesi gerektiğini öne sürdü! Rupakias’ın eylemlerinden AŞ’ın liderliğinin sorumlu olmadığını ve AŞ’ın bir suç örgütü olmadığını iddia etti!

Ancak, duruşma sırasında AŞ’ın karakteriyle ilgili kanıtlar eziciydi. Liderlik çok sayıda suça karıştı. Ocak 2013’te AŞ haydutları tarafından öldürülen 27 yaşındaki Pakistanlı bir el işçisi olan Sahzat Lukman’ın davası geniş çapta duyuruldu ve katiller, AŞ üyeleri hapse mahkum edildi. Altın Şafak, göçmenlere bıçak, demir çubuk vb. kullanarak düzenli olarak karşı kanlı saldırılar düzenledi. Atina’nın ticaret merkezinde bile başlatılan saldırıların bir kısmı, yoldan geçen kişiler tarafından videoya çekildi. AŞ tarafından gerçekte kaç göçmenin öldürüldüğünü kimse bilemiyor.

Çok sayıda video ve fotoğraf örgütün karakteri – silahlı kanadı, askeri eğitimi, Nazi ideolojisi ve sembolleri, sadece göçmenlere değil, aynı zamanda sendikacılara, sol ve LGBT aktivistlerine, anarşistlere vb. yönelik öldürücü saldırılar hakkında tartışmasız kanıtlar sağlıyor.

Egemen sınıfın bu davadaki amacı gayet açıktı: AŞ’ı kontrol altına almak, dinamiğini kesmek ve ciddi şekilde zayıflatmak, ama onu yok etmek değil. Bunun için iyi nedenleri vardı: Yunan işçi sınıfının 2010-2013 yılları arasında Troyka ve memoranduma karşı büyük hareketleri sırasında AŞ, haydutlarını ve paramiliter güçlerini kullanarak ve resmi devletin resmi parlamenter demokrasinin ve anayasanın sınırlarını aşmadan yapamayacağını yaparak harekete karşı ağır gericilik rolünü oynadı. Kriz zamanlarında ve kitlesel isyan zamanlarında faşist haydutlar, sistem için her zaman son derece yararlıdır – en azından sağcı bir perspektiften toplumu sarsmaya radikal bir siyasi alternatif sağlamak, böylece radikal sol politikalara dönüşü baltalamak için.

Sol saldırıya uğradı ama tepki vermedi

Gücünün en yüksek noktasında, anketlerde % 14 bandındayken iken, 2013’te (2012 seçimlerinde % 7 almıştı) AŞ, Atina ve diğer şehirlerdeki bazı bölgelerde “sokaklara egemendi” ve tüm sol için ve tüm toplumsal hareketlerdeki aktivistler için gerçek bir tehdit oluşturuyordu.

Sadece bireylere değil, sadece anti-kapitalist solun değil, aynı zamanda solun, Komünist Parti ve SYRIZA gibi kitle partilerinin de resmi stantlarına ve ofislerine saldırmak için cüret ediyorlardı!

Pavlos Fyssas’ın öldürülmesinden sadece günler önce AŞ, Pire’deki Perama işçi mahallesinde bir grup Komünist Parti’li (KKE) sendikacıya saldırdı ve bir kısmını çok ağır yaralarla hastanelik etmişti. Kimsenin ölmemesi sadece şans eseri oldu. Haziran 2012 seçimlerinde Altın Şafak, seçimlerde yer alan tüm sol partilerin seçim standlarına saldırmış ve onları parçalamıştı. Bunlara, örneğin Haziran 2012’de bir grup Mısırlı balıkçıya yapılan ve duruşma sırasında çok öne çıkan ölümcül saldırının gibi göçmenlere yapılan sayısız saldırılar eklenmelidir.

Yine de “resmi sol”, yani KKE ve SYRIZA, AŞ’ı durdurmak için özünde hiçbir şey yapmadı. İşçi sınıfı ve gençliğindeki kökleri ve özverili binlerce üyesi olan Komünist Parti, isterse AŞ’ı ezme gücüne sahipti. Hiçbir zaman ciddi bir anti-faşist mücadele geliştirmediler. Perama’daki sendikacılara yönelik saldırıdan sonra, Pire’nin yaptıkları tek şey, militan anti-faşist direnişten çok bir cenazeyi hatırlatan yerel bir gösteri düzenlemek oldu. Öte yandan SYRIZA, AŞ’ın yükselişinin önemini ve tehlikelerini her zaman hafife aldı – ana argümanları bunun sadece sönüp gidecek bir balon olduğuydu …

Anti-faşist hareketi kim inşa etti?

Bu nedenle, esasen anti-faşist hareket, anti-kapitalist sol güçler tarafından inşa edildi; bunlardan biri Xekinima (ISA Yunanistan) ve Pavlos Fyssas’ın ailesi ve özellikle Yunanistan’da antifaşist ve toplumsal mücadelenin anahtar sembolü haline gelen ve hala da olan annesi Magda. 

Xekinima, Pavlos cinayetinden iki ay önce (Haziran 2013’te) “Atina ve Pire’nin anti-faşist koordinasyonunun” kurulmasını öneren ilk siyasi organizasyondu. Pavlos cinayetinin ardından, “Antifaşist Koordinasyon” Yunanistan’da toplam 65 şehir ve kasabada anti-faşist komiteler ve meclisler inşa edebildi veya bunlarla bağlantı kurabildi.

Zaman geçtikçe AŞ kendisini daha büyük ve daha derin bir krizin içinde buldu. Üç örgüte bölündü ve seçim desteğinin çoğunu kaybetti. 2019 seçimlerinde parlamentoya girememiş ve bu durum krizini daha da ağırlaştırmıştır. AŞ’nin krizi göz önüne alındığında nüfusun büyük kesimleri ve gençler faşist tehlikenin azaldığını düşündü. Anti-faşist hareket bir geri çekilme döneminden geçti ve yerel komitelerin ve meclislerin çoğu kapandı. Ayrıca, Yunan Solunun mezhepçiliği (sekterliği) göz önüne alındığında, “Anti-faşist Koordinasyon” ciddi zorluklarla dolu bir döneme girdi – ancak SYRIZA’nın 2015’tan sonra teslim olması sonucunda kitle hareketlerinin genel olarak geri çekilmesiyle ilişkili olan bu zorlu dönemi atlatmayı başardı.

“Antifaşist Koordinasyon” esasen, geniş anti-faşist cepheyi canlı tutmanın gerekliliğini anlayan Xekinima ve diğer birkaç sol örgütün kararlı çabaları sayesinde ayakta kalabildi çünkü gelecekte AŞ ve neo- faşizm bitmiş olmaktan çok uzaktı. Mahkeme prosedürlerini yakından takip ederek var olan gerçek tehlikeleri tam olarak anlayabildik. Devlet ve yargı, altın şafağın yumuşak bir iniş yapmasını istedi.

“Masum değiller – Nazileri hapse atın”

Ocak 2020’de Xekinima ve diğer anti-faşist aktivistler, savcının (yukarıda belirtildiği gibi, Aralık 2019’da) AŞ’ın “suçsuz” ilan etme önerisine, duruşma sona yaklaşırken yeni bir kampanya başlatmayı teklif ederek yanıt verdiler. Amaç, olabildiğince dışarı çıkıp, devlete ve yargıçlara baskı uygulamak için güçleri seferber etmek olmalıdır. Kampanya, “Masum değiller, Nazileri hapse atın” adını aldı.

İyi başladı ama salgın nedeniyle kesintiye uğradı. Ancak Ağustos ayının sonundan bu yana, yaz tatillerinin ardından ve tecridin sona ermesinden sonra, kampanya yeni bir dinamikle başladı. Yargıçların altın şafağın liderliği için “suçlu” karar vermesini sağlamak için her türlü çaba gösterilmeliydi. Durum böyle olmasaydı neo-Naziler cesaretlenirlerdi, artan bir kararlılık ve cüretle geri dönerlerdi, yeni ekonomik krizden yararlanırlardı, sorunlar için bir kez daha göçmenleri ve mültecileri suçlarlardı; Doğu Akdeniz’deki aşırı gerilim göz önüne alındığında milliyetçiliğe “yatırım” yapacaklar; her zaman aşırı sağın muazzam bir sızma yaşadığı polis kisvesi altında (Haziran 2012 seçimlerinde polisin yaklaşık % 50’si AŞ’a oy vermişti) aktivistlere ve göçmenlere saldırmak için yine umutsuz, yoksullaştırılmış unsurları kullanacaklardı.

“Masum değiller – Nazileri hapse atın” kampanyası toplumda bir çizgi çekti. On binlerce kişiye ulaştı ve farklı grup ve bireyler kampanyaya yakınlaştı, temas kurdu ve onu geliştirmenin yollarını aradı.

Sendikaların tabanı da dahil olmak üzere günde ortalama 15 grup veya birey, duruşmanın son oturumundan önceki haftalarda kampanyayla iletişime geçiyordu, sayı son günlerde günlük maksimum 45’e ulaştı. Kitle iletişim araçlarının mutlak sessizliğine rağmen toplumun davayı takip ettiği ve on binlerce aktivistin Nazileri hapiste görmek istediği açıktı.

Pan demokratik bir cephe mi?

Ve sonra tabii ki yerleşik düzen, onun siyasi partileri, medyası ve kurumları antifaşizm kıyafetlerine büründüler!

Bu koşullarda, esas olarak SYRIZA’dan gelen Nazizme karşı pan-demokratik bir cephe fikri “doğal olarak” gelişti. Bu benzer koşullarda kaçınılmaz bir şeydir – yükselen hareketin baskısı altında egemen sınıf bu hareketin bir parçası olarak görülmek ister, aksi takdirde nüfusun kitlesi gerçek amaçlarını anlayıp ona karşı dönerek kontrolü kaybedebilir. Böylece, yerleşik düzenin önde gelen partileri, sağcı Yeni Demokrasi (ND), sosyal demokrat parti KINAL (eski PASOK) ve SYRIZA, kimin diğerinden daha anti-faşist olduğu konusunda rekabet etmeye başladı.

Bu, Pavlos’un öldürülmesinden önceki dönemde, onları solun hükümeti engellemek için (o günlerde SYRIZA idi) sistem için daha kabul edilebilir olmaya ve hatta gerekirse hükümete katılmaya ikna etmeye çalışan AŞ ile açık bağlara sahip olan ND açısından provokatif değilse özellikle kibirliceydi. Üst düzey ND kadrosu AŞ ile AŞ’ı nasıl kurtaracağını tartışıyorlardı ve sadece Rupakias’ı ve belki de birkaç kişiyi Pavlos cinayetinden suçluyorlardı (bu tartışmaların kayıtları AŞ tarafından kamuoyuna açıklandı).

Xekinima, egemen sınıfın tavrının arkasındaki nedenleri, “ajanlarının” ikiyüzlülüğünü ve bunun antifaşist hareket, işçi sınıfı ve solun onlarla anti-faşizm adına birleşik bir cepheyi (yani ortaklaşa örgütlenmiş ve eşgüdümlü mücadeleyi) kabul etmesinin neden tamamen yanlış olduğunu açıklayarak solda meydana gelen tartışmalara müdahale etti.

7 Ekim protesto çağrısına sendikalar katıldı

Anti-faşist hareketin baskısı altında, başta kamu sektöründe olmak üzere bir dizi sendika, işçilerin protestoya gitmesine yardımcı olmak için 3 saatlik grev kararı aldı. Ancak ondan önce bile protestoların çok büyük olacağı belliydi. Gerçek sayıları tahmin etmek mümkün değildir, ancak kararın açıklandığı sırada farklı tahminler sayıları 30 ile 40.000 arasındadır (bir iş gününde, sabah ve grev olmadan).

Karar, grevlerin planlandığı zamandan yarım saat sonra, 11.30 civarında açıklandı. Sabahtan itibaren protestoya sürekli bir insan akışı geldi. Sayılar, ülke çapında tek bir günde 1 milyon kadar insanın sokağa çıktığı memoranduma karşı verilen mücadele günleriyle karşılaştırılamaz olsa da ruh hali Troyka karşıtı seferberliklerden bir şeyler içeriyordu: kararlılık ve öfke.

Suçlu oldukları kararı açıklandığında şarkı, tezahüratlar, yükselen yumruklar ve gözyaşlarıyla bir kutlama havası vardı. Bu, çevik kuvvet polisi yukarıda belirtildiği gibi tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla saldırmadan sadece 42 saniye sürdü. İçişleri bakanı daha sonra gülünç bir şekilde, polise 150 molotof kokteyli (benzin bombası) atan 600 kişinin saldırısına polisin karşılık verdiğini söyledi. Ancak olayı kaydeden tüm videolar, iyi korunan, ağır silahlı ve askeri eğitim almış çevik kuvvet polisine sadece birkaç küçük, yarı boş su şişesinin atıldığını gösteriyor.

Bu bir zafer, ama savaşın, hatta çatışmanın bile henüz sonu değil

Duruşmanın sonucu anti-faşist ve işçi sınıfı hareketi için önemli bir zaferdir. Yukarıda bahsedildiği gibi başına Pire’li işçi sınıfından bir kadın olan Pavlos’un annesi Magda Fyssa’yı haklı bir şekilde yerleştiren anti-faşist hareketin mücadelesinin sonucudur.

Bu savaş henüz tamamen bitmedi. Cezalara henüz karar verilmedi. Karardan sonra bile, AŞ’ın suçlu olduğunu iddia etmekte haklı olduğunu açıkça iddia etmeye devam eden savcı, şimdi AŞ liderleri için mümkün olan en düşük cezaları almak için savaşıyor (iddia ettiği şey temelinde “daha önce mahkum edilmemişler” türünden “hafifletici faktörler”). Suç örgütü yönetme cezası 10 ila 15 yıl arasında değişiyor. Ancak “iyi davranışla” (gönüllü çalışma dahil) başlangıç ​​süresinin 2/5’ine kadar kısaltılabilir. Naziler, tutuklanmalarından sonraki ilk dönemde 18 ayını gözaltında geçirdiler. Basit bir hesaplama, hapishanede çok uzun süre tutulmayacaklarını ve aslında “hafifletici faktörler” mahkeme tarafından kabul edilirse, 2-3 yıl içinde çıkabileceklerini gösteriyor. Hatta en azından bir kısmının hapis cezasının ertelenmesi bile ihtimal dışı tutulamaz.

Her halükarda AŞ büyük olasılıkla 7 Ekim kararına itiraz edecek. Bu nedenle, her şey açık – antifaşist hareketin yapabileceği en büyük hata, faşizme karşı bırakın savaşı bu çatışmanın bile bittiğini varsaymaktır.

Antifaşist mücadele antikapitalizmden ayrılamaz

Genel olarak Yunanistan toplumu ve özelde işçi sınıfı kararı coşkuyla karşıladı. Yakın tarihli bir ankette (9 Ekim’de egemen sınıfın medyasının temel direklerinden biri olan in.gr tarafından yapılan), nüfusun % 83’ü mahkeme kararını destekliyor.

Bununla birlikte, aynı derecede önemli olan, nüfusun % 76’sının bunun faşizm tehlikesinin sonu olmadığını düşünmesidir.

Bu, Yunanistan toplumunun, işçi sınıfının ve gençliğin bu konudaki çok yüksek politik anlayışını yansıtıyor. Elbette Marksistler bunun üzerine inşa edecektir.

İşçi hareketinde ve gençlikte bir zafer duygusu oluşmayalı uzun zaman olmuştu. Yunanistan [toplumsal] hareketinin yeniden canlanmasının unsurları son 1-2 yıldır gelişiyor. 7 Ekim olayları onu daha da ileri götürüyor. Dört Yunanistanlıdan üçünün faşizm tehlikesinin sona ermediği anlayışı, Marksistlere antikapitalist ve sosyalist bilinç geliştirme fırsatı sunuyor, yani faşizme karşı verilen mücadeleyi kapitalizme karşı verilen mücadeleyle birleştirmezsek onu sona erdiremeyeceğimiz fikri.

11 Ekim 2020

Xekinima

Previous post BELARUS: Grev Komitesi Üyesi Petr PECHKUROV Anlatıyor
Next post Güney Avrupa: Yeni Ekonomik Kriz, Eski Yapısal Nedenler || Kollektif Analiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.