Sosyalist kitle partisi meselesi ve Türkiye İşçi Partisi |Nihat HALEPLİ

Views 719
Okuma Süresi28 Dakika

Sosyalist Alternatif” dergisi çevresi 1 Mayıs’tan itibaren Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katıldı. Nihat Halepli’nin, Sosyalist Alternatif’in kitlesel sosyalist bir parti kurma yolunda neden TİP’e katılmaya karar verdiğini özetleyen aşağıdaki makalesini okuyucularımıza sunuyoruz.

Dünya çapında kapitalist sistemin genelleşmiş bir krizle karşı karşıya olduğunun açık olduğu bir tarihsel döneme girdik. Bir yanda küresel ölçekte bir avuç insanın elinde muazzam bir servet birikimi varken, diğer yanda küresel kapitalizmin krizi kitlesel yoksulluk, savaş, ırkçılık ve çevresel yıkımı beraberinde getiriyor. Ancak işçi sınıfı, mücadele etme çabalarına rağmen, kendi çıkarlarını temsil eden bir partiden yoksundur; esasen farklı burjuva partileri arasında seçim yapmaya ya da kapitalist sistemin yan ürünleri olan dinî, mezhepçi, milliyetçi veya aşırı sağcı ideolojilere yönelerek yanlış yönde çözümler aramaya zorlanmaktadır. Bu bağlamda, işçi sınıfının bağımsız (düşman sınıflardan ve ideolojilerden) kitle partileri biçiminde temsil edilmesi sorunu, şu anda dünya çapında sınıf mücadelesinin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biridir.

Dünya çapında temsil sorunu ve yeni oluşumlar

1989’da Stalinizmin çöküşü, tarihsel bir yenilgiyi ve uluslararası düzeyde sınıf mücadelesi için bir dönüm noktasını temsil etti. Bu “yozlaşmış işçi devletlerinde” (Troçki’nin Stalinist devletleri tanımladığı gibi) üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırılmıştı, dış ticaret devlet tekeli altındaydı, planlı bir ekonomi vardı, ancak işçi demokrasisi yoktu (üretim, bölüşüm veya yönetimde işçi sınıfı kontrolü ve yönetimi, siyasi ifade ve örgütlenme özgürlüğü). Bu rejimler kapitalist değillerdi, sadece sosyalizmin karikatürleriydiler. Kapitalizm onların çöküşüyle ​​birlikte işçi sınıfına karşı ideolojik zaferini ilan etmekle kalmadı, onun örgütlü yapılarına da ciddi bir darbe indirdi. 

1989 sürecinde Liderliklerinin bürokratik ve burjuva karakterine rağmen aktif bir işçi sınıfı tabanının var olduğu -özellikle işçi sınıfının güçlü olduğu Batı Avrupa’da- Sosyal-demokrat ve Komünist Partiler, genel olarak büyük bir düşüş yaşadılar. Sosyal Demokrat partiler “burjuvalaştı”, yani karakterleri ve kompozisyonları (Lenin’in ifadesiyle) “burjuva-işçi partileri”nden daha net tanımlanmış burjuva partilerine dönüşürken, Komünist Partiler çoğu durumda kitlesel karakterlerini kaybettiler, sağa kaydılar ve hatta yıkıldılar ve tarihe gömüldüler. 

İşçi sınıfının temsil edilmemesi sorunu, egemen sınıfın neoliberal gündemini acımasızca uygulamasının yolunu açtı. Ücretler, çalışma koşulları, sosyal haklar vb. konularda işçi sınıfına doğrudan saldıran önlemler almadan önce iki kez düşünmek zorunda kalan burjuva hükümetler artık bunu tereddütsüz yapabiliyorlardı. 

Stalinizmin çöküşünün tetiklediği işçi sınıfı gerilemesi, 1999’da küreselleşme karşıtı hareketle başlayıp Irak ve Afganistan’daki emperyalist savaşlara karşı savaş karşıtı protestolarla devam ederek yavaş yavaş aşılmaya başlandı. Aynı zamanda, Sosyal-demokrat ve Komünist partilerin yanı sıra sendikal hareketten kopan kesimlerle birlikte birçok ülkede genellikle “Yeni Sol Oluşumlar” olarak adlandırılan yeni sol partiler ortaya çıktı. Brezilya’da PSOL, Almanya’da Die Linke, Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos, Portekiz’de Sol Blok gibi partiler bu örneklerden bazılarıdır. Bu yeni partiler Sosyal Demokrat ve Komünist partilere eleştirel yaklaşıyor ve daha radikal bir profil çiziyorlardı. Net bir sosyalist program ve stratejiye sahip olmasalar da işçi sınıfının çıkarlarını savunan taleplerle ortaya çıktılar. Genellikle oldukça farklı siyasi akımları kucakladılar ve bazı durumlarda kitlesel seçim cazibesi olan örgütlere dönüştüler.

Bu yeni oluşumlar açıkça devrimci işçi partileri veya hatta radikal reformist sosyalist partiler değildi, ancak talepleri, söylemleri ve eylemleriyle bir burjuvalaşma sürecine girmiş eski işçi sınıfı partilerinden farklıydılar. 

Bu Yeni Sol Oluşumlar test edilene kadar yükselişteydi. SYRIZA, Yunanistan’daki ekonomik, sosyal, siyasi krize ve patlak veren mücadele dalgasına dayanarak hükümet oldu, ancak 2015 referandumundan sonra teslim oldu ve burjuva kampına geçti. Die Linke, Almanya’da son seçimlerde Sosyal Demokrat SPD ve Yeşiller arasına net bir çizgi çekmek yerine koalisyon arayışında olduğu için kayıplar verdi. Brezilya’daki PSOL şu anda bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Bolsonaro’ya karşı kendi adayını mı seçeceği yoksa PT’nin adayı eski Başkan Lula’yı mı destekleyeceği konusunda bir krizle karşı karşıya. 

İşçi sınıfının temsili sorunu bu belgede taktik-stratejik bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Devrimci sosyalistlerin geniş emekçi kitlelerinin dikkatini çeken, taleplerinin sesi olabilen, mücadeleyi parlamento içinde ve dışında birleştirebilecek partilere yaklaşımı, tam da sınıf mücadelesini ilerletebilecekleri için olumludur. Bu (Bolşeviklerin tabiriyle) bir “birleşik cephe” taktiği sorunudur ve önemli ideolojik farklılıklar olsa bile bu tür partilerle eylemde birleşme ve mücadele etme ihtiyacını yansıtır. 

Devrimci sosyalistlerin stratejik görevi, elbette, kapitalist sistemin yıkılması ve sosyalist bir toplumun inşası için gerekli bir araç olarak kitlesel devrimci partileri inşa etmektir. Taktikler her zaman stratejiye tabidir. Strateji, ilkelere bağlılığı gerektirir ve bu anlamda esnek değildir. Taktik, büyük bir esneklik gerektirir, çünkü diğer şeylerin yanı sıra, işçi sınıfının çeşitli siyasal ve toplumsal örgütlerinin gelişme biçimine bağlıdır. 

Dolayısıyla, yeni oluşumların geleceği konusundaki belirsizliğe rağmen, işçi sınıfının örgütlülük ve sınıf bilinci düzeyinin önceki tarihsel dönemlere kıyasla çok düşük olduğu mevcut tarihsel dönemde, bu partiler kitlesel sosyalist devrimci işçi partilerinin ortaya çıkışı sürecindeki önemini korumaktadır.

Türkiye’de işçi sınıfının temsili sorunu

Dünya çapında bir sorun olan işçi sınıfının temsili, Türkiye’de klasik anlamda bir sosyal demokrat parti olmadığı için özgül bir şekil almaktadır. Buna karşılık, işçi hareketinin çeşitli akımlarından işçi sınıfı mücadelesine devrimci bir perspektiften yaklaşmaya çalışan düzinelerce küçük parti ve örgüt var. Bazıları kitle partisi/örgütü biçiminde temsil sorunuyla ilgilenmezken, diğerleri kendilerini işçi sınıfının kitlesel devrimci partisinin çekirdeği olarak görüyor. 

Ne yazık ki, birlik ihtiyacı ve bir kitle partisi inşa etme konusundaki tartışmalara genellikle hangi programın en “devrimci” olduğuna dayanan ültimatomlar hakimdir. Ancak devrimci bir programı savunmak ve onun için mücadele etmek reformist partilerle birleşik cephede çalışmayı dışlamaz. Örneğin, Almanya’daki işçilerin tartışmasız en önemli liderleri olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci grubu olan Spartaküs Grubu, USPD merkezci (reformizm ile devrimci Marksizm arasında bocalayan) bir parti olmasına rağmen, USPD’nin bir parçasıydı. 

Son olarak, işçi sınıfı mücadelesinin tarihi göstermiştir ki, bir propaganda grubunu kitle partisine dönüştürmek için sadece ajitasyon-propaganda yoluyla bireyleri kazanmak yeterli olmadığı gibi, “devrimci” bir programa sahip olmak da yeterli değildir. Çok daha fazlasını gerektirir: işçi sınıfı kitlelerinin mücadelelerine katılmak, kitle hareketleri içinde kadrolar inşa etmek ve reformist karakterli olanlar da dahil olmak üzere diğer sol oluşumlarla ilişkilerde doğru taktikler izlemek.

Ülkedeki işçi sınıfı mücadelesinin kilometre taşı olarak Türkiye İşçi Partisi

Türkiye İşçi Partisi (TİP), 1960 askeri darbesinden sonra kabul edilen yeni Anayasanın yarattığı görece daha “demokratik” bir ortamda, ilk olarak 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kuruldu. Bazı önde gelen aydınların ve Türkiye Sosyalist Partisi’nin katılımı partinin büyümesini hızlandırdı ve 1965 parlamento seçimlerinde %2,97 oy ve 15 milletvekili alarak ülke tarihinde parlamentoya giren ilk sosyalist parti oldu. Bu, Türkiye’deki işçi sınıfı mücadelesinin tarihini önümüzdeki yıllarda derinden etkileyecek bir dönüm noktasıydı.

Milletvekilleri, Meclis’te etkili bir muhalefete yol açtı ve TİP, egemen sınıfın öfkesini çekerek nüfuz kazanmaya başladı. Sonuç olarak, TİP’in meclise girmesini engellemek için seçim kanununda değişiklik yapıldı. Seçim bölgelerindeki sandalyelere yansımayan oyların toplanarak Türkiye genelinde partilere dağıtıldığı “milli bakiye” olarak adlandırılan seçim sisteminin yerini D’Hondt seçim sistemi aldı. İlk sistem küçük partilerin meclise temsilci seçmesine olanak sağlarken, ikincisi bunu engelleyen ve büyük partileri kayıran demokratik olmayan bir sistemdi. Böylece TİP, sonraki seçimlerin çoğunda meclise temsilci gönderemedi. 1969 seçimlerinde parti oyların %3’ünü almasına rağmen meclise sadece 2 milletvekili gönderebildi.

1960’larda, dünya gençliğinin oldukça politize olduğu ve dünyanın gençlik hareketleriyle sarsıldığı yıllarda, TİP gençliğin ilgi odağı haline geldi ve teorik tartışmalar için dinamik bir platform sağladı. Bugün Türkiye’deki çoğu devrimci akımın kökleri bu dönemin tartışmalarında, TIP’in sunduğu platformda ve bu tartışmalardan çıkarılan sonuçlarda yatmaktadır. Parti içinde “sosyalist devrim” savunucularına karşı “milli demokratik devrim” gibi aşamalı bir devrim teorisini savunanlar; Stalinist yaklaşımı savunanlara karşı Sovyetler Birliği’ni eleştirenler gibi çeşitli gruplar oluşmuştur.

Parti aynı zamanda Türkiye’de “Kürt sorunu”nun varlığını kabul eden ve parti programında buna atıfta bulunan ilk partiydi.

1971 askeri darbesinden sonra (“muhtıra ile darbe” olarak bilinir) parti, Kürt sorunu konusundaki tutumu nedeniyle yasaklandı ve kadroları uzun hapis cezalarına çarptırıldı. Parti 1975’te yeniden kuruldu, ancak kitle partisi olma ihtimalinden uzak, küçük bir sol örgüt olarak kaldı. 1980 askeri darbesinden sonra TİP tekrar yasaklandı ancak yasadışı olarak varlığını sürdürdü. Birkaç yıl sonra ülkede siyasi yasaklar kaldırılınca TİP ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) birleşerek 1987 yılında Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) kuruldu. Bu parti feshedildikten sonra bazı kadroları ÖDP’ye (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) ve daha sonra yeniden kurulan TKP’ye katıldı.

ÖDP: Sol birlik için en geniş girişim

Yakın tarihteki en büyük sol birleşme girişimi Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) olmuştur. Parti 1996 yılında Birleşik Sosyalist Parti’nin isim değiştirmesi ve yeni sol grup ve akımların partiye katılmasıyla kurulmuştur. Bu gruplar parti içinde birlikte çalışırken aynı zamanda örgütsel ve siyasi bağımsızlıklarını da korudular. Parti yarı-kitlesel bir sosyalist parti olma yolunda hızla bir dinamik yaratmış olsa da girdiği ilk seçimlerde beklentilerin çok altında kalarak sadece yüzde 0,8 oyla kötü bir sonuç aldı. Bunu, kurucu gruplar arasında yoğun siyasi tartışmalar ve strateji tartışmaları izledi ve sonunda parti eski “Devrimci Yol” (Dev-Yol) geleneği etrafında küçük bir gruba indirgendi.

ÖDP yeni bir başlangıç yapmak amacıyla 2020’de SOL Parti adını aldı, ancak bu girişimin gerçek bir karşılığı olmadı, sadece adı değişti. SOL bu süreç içinde gayet oportünist bir tutum takınarak  genel başkanını(Alper Taş) 2019 seçimlerinde Kemalist burjuva partisi CHP’nin bayrağı altında İstanbul Beyoğlu’nda belediye başkan adayı olarak göstermiştir. Öte yandan, önümüzdeki seçimlerde ittifak kurmak için HDP ve diğer sol güçler tarafından düzenlenen toplantılara çeşitli anlaşılmaz gerekçelerle katılmayı reddedecek kadar sekter bir tavır takınmaktadır! SOL, küçük bir sol parti olarak şu anda bir kitle partisi perspektifinden ve potansiyelinden uzaktır.

HDP burjuva siyasal sistemini sarstı

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kürt Solu ve Türk Solu’nun bir kesimi tarafından kurulan ve ağırlıklı olarak Kürt seçmenlerin desteğine sahip solcu reformist bir kitle partisidir. Parti, 2012 yılında AKP hükümeti ile PKK arasındaki barış görüşmelerinin, yani “çözüm süreci” zemininde kuruldu ve başlangıçta sadece kâğıt üzerinde vardı. Partinin kuruluşunun arkasında, Kürt ve Türk solunu birleştirecek ve Kürt silahlı mücadelesinin sona ermesinden sonra ülke genelinde yasal olarak faaliyet gösterebilecek ortak bir sol parti kurma fikri vardı.

Partinin Türkiye’nin batısında, yani Kürt illeri dışında oy kazanma yeteneğinin önemli bir sınavı 2014 yerel seçimleriydi. Parti tüm zorluklara rağmen bu seçimlerde batı illerinde de faaliyet gösterebileceğini göstermiş ve bu bölgelerde % 2 oy almıştır. Bu sonuçla ilgili en önemli şey, Türk işçi sınıfının bir “Kürt partisine” oy vermeyeceği iddiasının çürütülmesiydi. 2014 seçim sonucu olağanüstü bir başarı olmasa da başarısızlık da değildi ve “ülke çapında” bir partiye doğru atılmış bir adımdı.

2014 yılında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, diğer burjuva bloklara karşı üçüncü aday olarak cumhurbaşkanlığına aday oldu. Demirtaş, Kürtlerin sadece demokratik taleplerini değil, toplumsal sorunları da ele alarak bu seçimlerde yüzde 10’un biraz altında oy almayı başardı. 

2015 milletvekili seçimlerinde HDP yüzde 13’ün üzerinde sansasyonel bir sonuç elde ederek AKP’nin (Adalet ve Kalkınma Partisi) Meclis’teki salt çoğunluğunu kaybetmesinde belirleyici bir faktör haline geldi. 

Bugün HDP, Türk siyasi sistemindeki güçler dengesinde kilit bir konuma sahiptir. Bu kritik konum, yüzde 10 barajı nedeniyle seçimlere bağımsız-tekil adaylar biçiminde giren öncüllerinden farklı olarak HDP’nin seçimlere parti olarak girmesiyle mümkün olmuştur. Hükümet ile Kürt hareketi arasında devam eden ve “çözüm süreci” olarak adlandırılan müzakereler nedeniyle Gezi protestoları sırasında düşük bir profil sergilemesine rağmen HDP’nin dinamiği kısmen Gezi protestolarının yarattığı enerjinin sandığa yansıması oldu.

Devletin yoğun baskısına rağmen, HDP’nin oy oranı şimdiye kadar anketlerde yüzde 10’un (yaklaşık yedi milyon oy) üzerinde sabit kaldı. Bu durum, HDP’nin resmi bir ittifak kurmadan AKP’ye karşı bazı CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) ve İYİ Parti’yi desteklediği 2019 yerel seçimlerinde açıkça görüldü. Bu durum muhalefetin İstanbul ve Ankara da dahil olmak üzere ülkenin başlıca metropollerinde iktidarı ele geçirmesini sağladı. Her ne kadar tüm bu partiler Kürt meselesinde AKP’den bile daha milliyetçi olsalar da Kürtlerin demokratik hak mücadelesinin siyasi ifadesi haline gelen HDP’nin varlığı, tüm bu milliyetçi burjuva partilerini Kürtlere yönelik üslup ve tutumlarında daha temkinli olmaya zorluyor. HDP, ulusal sorun gibi karmaşıklıklara rağmen sol bir siyasi gücün nasıl etki yaratabileceğinin ve süreçleri sınıfsal bir yönde nasıl ilerletebileceğinin iyi bir örneğidir.

HDP, Türkiye’nin özel koşullarında ortaya çıktı ve bu nedenle özel zorluklarla karşı karşıya. Siyasi muhaliflerinin onu PKK veya “terör” ile ilişkilendirmesi ve karalaması çok kolay. HDP’nin tepeden inme bir proje olması, birçok yapısal zaafı da beraberinde getiriyor. İşçi sınıfının çıkarlarına uygun taleplerde bulunsa da bırakın sosyalist bir programı, net bir programı olduğu söylenemez. 

Yine de HDP Kürt halkının talepleri, demokratik haklar, Kürt ve Türk işçi sınıflarının birliği için büyük önem taşıyan bir partidir. Bu bağlamda bu ve benzeri nedenler, Türkiye’de HDP ile birlikte çalışma korkusu olmadan birleşik cephe anlayışıyla bağımsız hareket edebilecek bir başka kitle sol partisine ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Heba edilen bir fırsat olarak BHH

Birleşik Haziran Hareketi (BHH), 2014 yılında irili ufaklı birçok sol parti, grup ve bireyin girişimiyle HDP’nin yanında ikinci sol cephe olarak ortaya çıktı. Bu sol cephe, Haziran 2013’te Türkiye’yi sarsan en büyük ve en uzun soluklu spontane protesto olan Gezi direnişinden beslendi. BHH, bu protestolardan bir buçuk yıl sonra, biraz gecikmeli olarak ortaya çıkmış olsa da Türkiye’de sosyalist solun birleşik mücadelesinin kristalleşmesi açısından önemli bir gelişme oldu. Gezi protestoları sırasında ortaya çıkan Park Forumları’ndan yola çıkan BHH, Mahalle ve Semt Forumları adı altında yerel buluşmalarda tartışmalar düzenleyerek birleşik bir sol güç olmayı hedefledi.

Gezi protestoları, Türkiye tarihinin en büyük kendiliğinden halk hareketine denk geldi. Gezi, sol için ender bir fırsat sunsa da sol örgütler bu hareketin ortaya çıkardığı potansiyelle ne yapacaklarını bilemediler. Protestolar önce Türkiye’nin dört bir yanındaki şehirlerin meydanlarına, mahallelerine hızla yayıldı. Ardından, Park Forumları ve diğer çeşitli biçimlerde hareket, ülkenin sosyal dokusunu şekillendirmeye neredeyse bir yıl boyunca kesintisiz olarak devam etti. Ancak Gezi’nin en yüksek aşamasında, kitleler henüz geri çekilmemişken sol, meselenin özünden çok ikincil meselelerle ilgileniyordu. Gezi hareketinin en öne çıkan sloganı “Tayyip (Erdoğan) istifa” olmasına rağmen, bu forumlarda sol güçler tarafından bunun nasıl başarılacağına dair hiçbir öneri yoktu. Kitleler kentlerde, mahallelerde, parklarda toplanıp AKP’yi nasıl yeneceklerini tartışırken, sol her zamanki rutin ajitasyon ve propagandayla yetindi. Ne dokuz ay sonra yapılacak yerel seçimleri ne de bir yıl sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini öngördü. Bu öngörü ve uygun taktik ve yöntemlerin geliştirilmesiyle sol, Gezi protestolarını etkileyebilir ve çok daha güçlü bir siyasi güce dönüşebilirdi. “Halk Forumlarını” mahalle, ilçe, şehir ve ulusal meclislere dönüştürebilecek ve kitlelerin kendileri tarafından yeni bir kitle partisinin kurulmasının önünü açabilecek bir güce… Ancak bu gerçekleşmedi ve böyle bir parti Gezi protestolarına katılan kitleler tarafından kurulmadı.

Yine de BHH’nin kuruluşu belli kesimlerde heyecan ve ilgi yarattı. Ancak BHH, 7 Haziran 2015’teki kritik milletvekili seçimlerinde net bir pozisyon almayarak ilk sınavında başarısız oldu. Eğer HDP bu seçimlerde yüzde 10 barajını geçememiş olsaydı, AKP tek başına hükümet kurabilecekti. BHH, açıkça (eleştirel de olsa) HDP’ye oy verilmesi çağrısında bulunmayarak HDP ile arasına mesafe koydu. Bunu yaparak, önemli bir dönüm noktası olan parlamento seçimlerinde rol oynama fırsatını kaçırdı. BHH’nin bu tutumu hem siyasi hem de taktiksel açıdan büyük bir hataydı. Daha da büyük bir hata ise BHH’nin bundan ders çıkarmaması ve hatasını düzeltmemesiydi. Bu tür zayıflıklar BHH’nin birkaç yıl içinde tarih sahnesinden silinmesine yol açtı.

Türkiye’nin “Yeni” İşçi Partisi

“Yeni” TİP, Halkın Türkiye Komünist Partisi’nin (HTKP) girişimiyle 2017 yılında kuruldu. Türkiye Komünist Partisi (TKP), Gezi protestolarının ardından 2014 yılında Gezi protestolarıyla nasıl başa çıkılacağı konusunda çıkan iç tartışmalar nedeniyle iki kampa bölündü. TKP’nin Gezi olaylarını ele alış biçimini sekter bulan parti, HTKP’yi kurdu. Mart 2017’de bazı sendika ve işçi temsilcileri, demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve çeşitli meslek temsilcilerinin imzasıyla partinin kuruluşu ilan edildi: 

“İşçilerin, emekçilerin, yani hepimizin sesine ses katalım. Türkiye’nin işçi partisini, Türkiye emekçilerinin partisini kuralım”.

Ancak bu çağrı ilk başta pek ilgi görmedi. 

Yeni kurulan parti, 2018 milletvekili seçimlerinde doğru taktikler izlemeyi başarmış ve bunun sonucunda HDP listesinden iki milletvekilini Meclise sokmuştur. 

TİP vekilleri, daha önce HDP listelerinden meclise giren diğer sosyalist milletvekillerinin aksine, HDP ile anlaşarak partiden ayrılıp TİP adı altında mecliste çalışma niyetlerini açıkladılar. Bunun ardından biri HDP’den biri CHP’den olmak üzere iki milletvekili daha TİP’e katıldıklarını açıkladı ve böylece TİP’in milletvekili sayısı dörde yükseldi. 

Siyasi parti şeklindeki bir siyasi yapı, özellikle parlamentoda temsil ediliyorsa, işçi sınıfı nezdinde daha yüksek bir meşruiyete sahiptir. Bu sosyolojik gerçeklik ve 1960’lı yılların TİP’inin olumlu hafızası, TİP’in dikkat çekmesinde etkili olmuştur. Partinin kurulduğunda 600 civarında olan üye sayısı, resmi rakamlara göre Mayıs 2022 itibariyle 8.279’a, (yasal nedenlerle) “resmi olmayan üyeler” de dahil edildiğinde yaklaşık 10.000’e ulaşmıştır. Partinin yaş ortalaması 30-35 olup, gençlerin partiye olan ilgisinin arttığı açıktır. Yeni üyelerin profili, kitlesel bir sosyalist parti kurma amacıyla katılanlar, Marksist gruplar ve diğer sol partilerden kopanlar ile kendilerine alternatif bir kitlesel sol parti olmadığı için CHP’ye katılan ya da onu destekleyen ancak yeterince sol bulmayanlardan oluşmaktadır. Üyelerin çoğu İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerden gelse de Kürt illeri de dahil olmak üzere ülkenin her yerinden katılım söz konusudur.

TİP’in diğer YSO’larla benzerlikleri ve farklılıkları

TİP, birçok yönden diğer Yeni Sol Oluşumlardan farklıdır. Kendisini Gezi eylemlerinin partisi olarak tanımlamasına rağmen, doğrudan bir toplumsal hareketin sonucu olarak ortaya çıkan Podemos örneğinden farklı olarak, kendisini diğer sol gruplara ve bireylere açan bir kadro partisi olarak ortaya çıkmıştır. Öte yandan, TİP’in Gezi’nin partisi olduğu iddiası, bu partiyle öncelikli olarak ilgilenen grupların profili göz önüne alındığında tamamen yanlış değil. Üstelik parti, pek çok yeni oluşumda olduğu gibi, kendi adları ve yayınlarıyla farklı grup ve akımlardan oluşan “çoğulcu” bir yapıya sahip değildir. Partiye sadece bireysel üyelikler mümkündür ve parti içinde eğilim/hizip kurma hakkı yeni tüzük taslağında açıkça belirtilmemiştir. 

Hedefleri açısından, Die Linke ve Podemos gibi çoğu Yeni Sol Oluşum, “demokratik sosyalizm” (Sosyal-demokrasi) kavramı altında sol veya reformist partiler olarak nitelendirilebilir. TİP ise açıkça sosyalizmi savunur ve bu açıdan Brezilya’nın başlangıç ​​aşamasındaki PSOL’una ve hatta Arjantin’deki FIT-U’ya benzetilebilir. Parti programında bu şöyle belirtilmektedir: 

“Dünyamız, aydınlık ile karanlığın, ilericilik ile gericiliğin kadim savaşının son evresine giriyor.

Bu evre, işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı savaşından başka bir şey değildir.

İnsanlığın geleceği, sınıf mücadelesinin geleceğine bağlıdır.

Sosyalizmin dünya üzerindeki egemenliği, yüzlerce yıldır sefalet ve yoksulluk altında yaşamak zorunda bırakılan işçi ve emekçilerin kurtuluşunu; savaşlarla, ırkçılıkla, mezhepçilikle, baskı ve şiddetle köleleştirilen halkların özgürleşmesini sağlayacak yegâne yoldur.

Dünya, kapitalist sömürü düzeninin egemenliği altında geri dönüşü olmayan bir tercih yapma zorunluluğuyla bir kez daha yüz yüze gelmiştir: Ya sosyalizm ya barbarlık!” 

Başka bir yerde şöyle diyor: 

“Marksizm-Leninizmi rehber edinen TİP, sosyalist hareketin tarihini eleştirel bir bakış açısıyla sahiplenir ve sosyalist hareketin devrimci bir zeminde yeniden kuruluşunu temsil eder”.

TİP’in kuruluşunda inisiyatif alan kadrolar her ne kadar Stalinist bir geçmişe sahip olsalar da partiyi Stalinist bir parti olarak tanımlamak yanlış olur.

TİP için bazı zorluklar 

TİP henüz bir kitle sosyalist partisi değil; ama bu aşamada Türkiye’de bu niteliğe kavuşma potansiyeline sahip tek partidir. TİP’in işçi sınıfının bir kesiminde uyandırdığı güncel ilgi, bu potansiyeli açıklayan temel faktördür. Ancak yeni girdiği zorlu yolda birçok zorluğu ve tehlikeyi aşmak zorunda kalacaktır. Bunlar, işçi sınıfının bilinç düzeyi, yapısal ve inşa sorunları ve programla ilgili sorunlarla ilgili belirli ideolojik sorunlardır. 

Türkiye’de bazı özel sorunlar

Devrimci bir hareket her zaman işçi sınıfının sınıf bilinci düzeyini dikkate alarak hareket etmelidir. Ama bu gerçeğin sadece yarısıdır. Diğer yarısı ise mevcut bilinç düzeyini yükseltmek için bilinçli bir çaba gösterilmesi gerektiğidir. Aksi takdirde devrimci siyasetin işçi sınıfının düşük bilinç düzeyine teslim olması ve oportünizme sürüklenmesi kaçınılmazdır. Bu genel notta, Türkiye’de devrimci siyaset yapmanın bazı zorluklarını inceleyelim.

Kemalizm: Türk işçi sınıfının önemli bir bölümü Kemalizm nedeniyle kendisini solcu olarak görmektedir. Bunun nedeni, Kemalizmin özellikle laiklik yönü nedeniyle sıklıkla solda olarak yorumlanmasıdır. Neo-Osmanlı, anti Kemalist Erdoğan rejimine duyulan nefret bağlamında, rejimin düşmesinden sonra Türkiye bir tür Kemalist rönesans yaşayacak gibi görünüyor. 

Ancak Kemalizm sadece laiklikle ilgili değildir. TİP açıkça belirtmese de parti programı Kemalizmi Türkiye’deki burjuva devriminin bir parçası ve “Osmanlı düzenine ve emperyalist işgale karşı savaştığı ölçüde ilerici ve aydın” olarak görmektedir. Bu ilerlemeciliğin “kapitalist sınıfın çıkarlarını aşan ve kapitalizmi aşan” bir niteliğe dönüşmediğini ve tüm burjuva devrimleri gibi Türkiye’yi de “gerici ve işbirlikçi bir yol”a sürüklediğini belirtiyor. 

Ancak bugün TİP’e katılanların ve gelecekte katılma potansiyeli taşıyanların önemli bir bölümünün işçi sınıfının Kemalizm konusunda yanlış yanılsamalara kapılmış kesiminden geldiği düşünüldüğünde, Kemalizmin sürekli olarak TİP üzerinde baskı yaratacak bir konu olacağı açıktır. 

Kürt sorunu: Bu, sadece Türkiye’de değil, dört ülkeyi (Türkiye, Suriye, Irak, İran) doğrudan etkilediği için tüm Ortadoğu bölgesinde sosyalist perspektife sahip herhangi bir devrimci örgüt tarafından göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir meseledir. Kürt sorununu dikkate almayan ve sırf Türkiye’de yaklaşık 20 milyonu aşkın Kürt işçi sınıfını ve yoksul köylüleri kapsamayan bir sosyalist devrimin bu bölgede başarılı olabileceği şüphelidir. Bu bağlamda parti programında şu ifadeler yer almaktadır: 

” TİP, Kürt halkını ve mücadelesini, Türkiye’deki özgürlük mücadelesinin ve işçi sınıfı önderliğindeki halk devrimci hareketinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak değerlendirir.” 

Bu hakkın Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının ayrılma hakkını da içerdiğini açıkça söylemese de desteğini şöyle gerekçelendiriyor: 

“Kürt halkının kendi geleceğini ve kaderini belirleme hakkını kabul eder… bu hakkın kullanımına dair tutumunu işçi sınıfı mücadelesinin çıkarları doğrultusunda oluşturur”.

Bu öncelikle “sınıf birliği”nin Kürt tarafı için ileriye doğru bir adım olarak görülebilir. 

Ancak asıl zorluk, Kemalist ideolojiden de etkilenen “Türk” işçi tarafında yatmaktadır. Türkiye’de hâkim olan Türk milliyetçiliğinin belkemiğini, Kemalizmin Cumhuriyeti üzerine inşa ettiği “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek dil” temelli üniter devlet anlayışı oluşturmaktadır. Bu, 1915 Ermeni Soykırımı ile Türkiye’deki Ermeni varlığını ortadan kaldıran İttihat ve Terakki’nin (“Jön Türkler”) “Türkçü” ideolojisini devam ettiren Kemalist milliyetçiliğin temel bir vehçesidir ve Türk Solu tarafından genellikle göz ardı edilmektedir. 

Türk işçi sınıfının bu milliyetçilikten güçlü bir şekilde etkilendiği düşünüldüğünde, TİP’in Kürt sorununa yaklaşımında ve genel olarak milliyetçiliğe karşı mücadelesinde çok dikkatli olması gereken bir başka sorundur bu. 

Emperyalizm: Genel olarak, Türk devletinin emperyalist yönü göz ardı ediliyor ya da gözden kaçırılıyor – bu, Sol’da da yaygın olan ciddi bir hata. TİP’in programında yer alan, 

Uluslararası pek çok güç gibi, kendine bu bölgede bir hakimiyet alanı kurma çabasında olan Saray Rejimi de halklara karşı işlenen suçların faillerinden biridir”

ifadesi doğrudur ama bu, Türk devletinin emperyalist politikasının Erdoğan rejiminin politikasıyla sınırlı olduğu şeklinde yanlış anlaşılabilir. Oysa bu politika, uygulanma biçimlerindeki farklılıklara rağmen tüm burjuva güçlerinin üzerinde uzlaştığı bir devlet politikasıdır. Aslında mevcut burjuva muhalefet bloğu, Erdoğan’ın emperyalist politikalarına ilkeli desteğini her fırsatta gösteriyor. 

Türk egemen sınıfının bölgede emperyalist yayılma politikası izlediğini söylerken, elbette ABD ve Batılı güçlerin emperyalizmiyle ya da Çin, Rusya vb. emperyalizmiyle kıyaslanamayacak ikinci ya da üçüncü sınıf bir emperyalist güç olduğunu anlıyoruz. Emperyalizm birçok düzeyi olan bir “sistemdir” ve geçtiğimiz yüzyılın büyük bölümünde egemen olan 2-3 büyük Batılı emperyalist güçle sınırlı değildir. 

TİP parti programında da belirtildiği gibi: 

“Günümüz Türkiye’sindeki tüm sömürme-sömürülme, ezme-ezilme ilişkilerinin temelinde, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı kapitalist üretim tarzının egemenliği bulunmaktadır”.

Ve bu üretim tarzının egemenliği, kaçınılmaz olarak, burjuva devletini, askeri de dahil olmak üzere çeşitli araçlarla, mevcut ulusal sınırların ötesinde pazarlar, hammaddeler ve sömürü üzerinde yeni egemenlik ve etki alanları yaratmaya yöneltir. Yaklaşık 50 yıldır Türk devleti tarafından askeri işgal altında tutulan Kuzey Kıbrıs, Türk ordusunun varlığına yönelik yoğun muhalefete ve Türk hükümetlerinin Kıbrıs Türk kitleleri tarafından doğrudan siyasi müdahalelerine rağmen devam ediyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki bölgeleri kontrol etmesi de sadece buradaki Kürt oluşumuna son verme politikasının değil, bölgedeki yayılmacı politikasının da bir devamı niteliğindedir. 

Türk solunun önemli bir kesiminin emperyalizme tek taraflı ve dar bakışı, anti-emperyalizm kavramını da bulanıklaştırmıştır. Öyle ki, Erdoğan bile halkın bir kesimi tarafından anti-emperyalist olarak görülebilmektedir. İşçi sınıfının önemli bir bölümünün tüm sömürü ve baskı koşullarına rağmen Erdoğan’ı desteklemesi bir paradoks değil, çünkü tüm sorunların arkasında Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen “dış güçlerin” olduğu iddiasına inanıyorlar. Anti-emperyalizme şu anda milliyetçi bir pozisyondan yaklaşılıyor ve bu da genellikle kaba bir Amerikan karşıtlığı ya da Batı karşıtlığı şeklinde tezahür ediyor; diğer şeylerin yanı sıra Batılı emperyalist ülkelerdeki burjuvazi ile işçi sınıfı arasında ayrım yapmıyor. Bu sorunun bulanıklaştırılması, anti-emperyalizmi milliyetçilikle sınırlandırmakta ve işçi sınıfının uluslararası mücadelesinin ve Türkiyeli işçilerin ve gençlerin enternasyonalizminin önünde bir engel oluşturmaktadır.  

İnşa ile ilgili yönleri

Aktif üyeler partisi: TİP’in üye sayısı kısa sürede önemli ölçüde arttı ve her şey seçimler yaklaştıkça daha da artacağını gösteriyor. Kağıt üzerinde yüz binlerce üyesi olan burjuva partilerinden farklı olarak TİP, işçi sınıfı içinde güçlü bir şekilde kök salmış, etkin ve dinamik bir “aktif üyeler” partisi haline gelmelidir. Bu, mümkün olduğunca çok sayıda üyenin parti çalışmalarına, tartışmalara ve kararlara katılması gerektiği anlamına gelir. Bunu başarmanın yolu, işleyen bir parti yapısının acilen siyasi olarak sağlamlaştırılmasından geçmektedir. Türkiye’deki siyasi sürecin yakın gelecekte önemli ölçüde hızlanması muhtemel olduğundan, TİP’in ters ayak üzerinde yakalanması ve potansiyelini yeterince kullanamaması tehlikesi vardır.

Birimler: Partinin en küçük yapı taşları olan yerel birimler, binlerce üyesi olan bir yapıda aktif üye sayısının artırılmasında belirleyici bir rol oynayabilir. Bu birimler en fazla 20 üyeden oluşmalı ve iyi hazırlanmış bir gündemle, teorik-politik ve pratik-örgütsel sorunların tartışıldığı ve elbette kararların alındığı bölümlerden oluşan sürekli bir periyodiklikle düzenli olarak toplantılar yapmalıdır. Bu şekilde bir yandan parti üyeliğinin teorik ve politik netliği sağlanırken, diğer yandan bu birimlerin sahadaki sorunlardan yola çıkarak bağımsız bir şekilde kampanyalar, etkinlikler ve eylemler düzenleyecek olması, teorinin soyut değil eylemle bağlantılı olmasını, hareketlere müdahaleyi ve partinin inşasını sağlayacaktır. Bu, partinin ve fikirlerinin sınıf mücadelesi içinde test edilmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde parti, tüm işlerin sınırlı sayıda kadronun omuzlarına yüklendiği ve kararların sadece en üst düzeyde alındığı gevşek ve hantal bir yapıya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Demokratik yapı: Demokrasi, sosyalist bir toplum için temel bir ön koşuldur ve üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılması tek başına sosyalist bir toplum için yeterli değildir. Nasıl bir insan oksijensiz yaşayamazsa, sağlıklı bir sosyalist rejim de demokrasi olmadan var olamaz. TİP’in parti programında şöyle deniyor: 

“Sosyalist demokrasi, halkın, en küçük yerel birimden başlayarak ülke ölçeğine kadar, kendi kendisini yönetmesini ifade eder. Toplumun bütününü ilgilendiren temel kararlar, doğrudan doğruya halk tarafından alınır.”

Gerçekten de işçi sınıfı tarafından özyönetim, otomatik olarak elde edilmeyen, aksine bilinçli çaba gerektiren yüksek derecede demokratik katılım gerektirir. Demokrasinin işlemesi için işçi sınıfının onu nasıl kullanacağını bilmesi gerekir ve bu bağlamda Parti aynı zamanda işçi sınıfının özyönetim konusunda kendini uyguladığı ve eğittiği bir “okul”dur. Bu nedenle TİP’in son derece demokratik bir örgüt haline gelmeyi başarması ve birimlerden ulusal koordinasyon ve yürütme organlarına ve Parti’nin en üst organı olan Parti Kongresi’ne kadar her düzeyde demokratik işleyişin uygulanması gerekmektedir. 

Bir kitle partisi olarak TİP, ister istemez solun çeşitli akımlarına yer vermekte, ancak bunların grup ya da örgüt olarak değil, sadece birey olarak üye olmalarına izin vermektedir. Bu politikanın nedeni, geçmişte birleşik bir parti yaratma girişimlerinin başarısızlığa uğramasını TİP liderliğinin bu süreçte ortaya çıkan hizip çatışmalarına dayandırması olduğu söylenebilir. Açıktır ki hizip kurma hakkı tek başına demokratik bir yapı oluşturmak için yeterli değildir ve zaman zaman gruplar ya da kişiler tarafından sorun yaratmak için kullanılabilir. Ancak asıl mesele, farklı görüşlerin, özellikle de azınlık görüşlerinin parti içinde nasıl ve ne şekilde ifade edilebileceğidir. Özellikle günümüzde yekpare bir partinin var olabileceğine inanmak hiç kimse için gerçekçi değildir. Kaçınılmaz olarak var olan farklı görüşler sümen altı edilirse bir noktada patlayacaktır. TİP’in canlı ve siyasi açıdan güçlü bir kitle partisi olabilmesi için farklı görüşleri (aynı ilkelere bağlı kalarak) açık ve demokratik bir şekilde tartışmanın bir yolunu bulması kilit bir görevdir. İdeal olarak, bu soruna yaklaşmanın ve gelecekteki bölünmeleri önlemenin en iyi yolu, eğilimlerin, grupların ve hiziplerin özgürce var olma, fikirlerini özgürce ifade etme ve lider organlarda orantılı olarak temsil edilme hakkını sağlamaktır. On yıllardır Sol’a musallat olan parçalanmadan kaçınmanın tek yolu budur. Bolşevik partisinin tam olarak yukarıdaki çizgide işlediğini ve uluslararası işçi sınıfı tarihindeki en önemli devrime önderlik etmesinin bununla ilgili olduğunu her zaman akılda tutmak gerekir. 

Programla ilgili hususlar

TİP’in parti programı şöyle diyor: 

“Dünya komünist ve devrimci hareketinin uzun yıllardır başaramadığı görev, işçi sınıfının güncel talepleri ile tarihsel çıkarları arasındaki bağın kurulmasıdır”. 

Bu, sosyalist bir kitle formasyonunun programının doğası hakkındaki temel sorunun iyi bir formülasyonudur. Buna göre, 

““Bu görev yerine getirilmediği ve sermaye düzeninin dünya çapındaki krizine karşı sömürüye ve üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermeyi amaçlayan bir sosyalist seçenek yaratılmadığı sürece, toplumsal hareketlerin ve düzen içi sol güçlerin kapitalizmin sınırlarına mahkûm kalması kaçınılmazdır. Yine bu görevin yerine getirilmemesi, sosyalist hareketlerin toplumsal mücadelelerde etkisiz olmasının ve düzen içi aktörlerin gerisinde kalmasının nedenidir”.  

Asgari-azami Program: Bu nedenle TİP programı ile ilgili olarak karşımıza çıkan görevlerden biri de tam olarak yukarıda bahsedilen noktayı geliştirmektir. 

Ne var ki, parti programı, işçi sınıfının kapitalist sistemin sınırları içinde gerçekleştirilebilecek mevcut taleplerini ifade eden “mücadele programı” ve ancak sosyalist devrimden sonra gerçekleştirilebilecek talepleri ifade eden “sosyalist program” olmak üzere, bir “asgari” ve bir “azami” programdan oluşan eskiden kalma (yani Ekim 1917 devrimi deneyiminden önceki) biçimiyle formüle edilmiştir. Böyle bir programda asgari talepler siyasi çalışmanın temeli olurken, sosyalizm, yani azami program devrime kadar ertelenir. Oysa asıl yapılması gereken asgari ve azami programı birbirine bağlamaktır. 

TİP’in mevcut programında şöyle denmekte:

“TİP, çalışma hakkı, iş güvencesi, sendikalaşma hakkı, toplu sözleşme hakkı, yeterli bir yaşam standardı kazanma hakkı, dinlenme ve boş zaman hakkı gibi temel haklar için verilen her türlü mücadelede son derece aktif bir rol oynamaktadır; sınıf bilincini yükseltmek için bu alanlarda siyasi çalışmalar yapmanın son derece önemli olduğunu belirtiyor”. 

Bunların hepsi çok doğrudur. Ancak burada bugünün mevcut talepleri ile parti programında doğru bir şekilde tanımlanan sosyalist devrim arasındaki bağlantı net değildir. Bu, giderilmesi gereken bir eksikliktir. 

Geçiş programı: Gerçekte ihtiyaç duyulan şey ise bugünün acil ihtiyaç ve taleplerini sosyalist geleceğe bağlayan bir geçiş programıdır. 

TİP’in programında yer alan yukarıdaki gibi taleplerin kapitalizm koşullarında gerçekleşmesi mümkün müdür? Cinsiyet eşitliğinin sağlanması, dinsel mezhepçiliğin, ırkçılığın ve milliyetçiliğin ortadan kaldırılması bu sistem içinde mümkün müdür? Örneğin Avrupa Birliği’nde işçi sınıfının sahip olduğu yaşam koşullarına ulaşmak, aynı haklar AB’nin kendi içinde yerle bir edilirken mümkün müdür? Günümüz Türkiye kapitalizmi koşullarında temel burjuva demokratik haklara bile ulaşmak mümkün mü? Tüm bunların cevabı ne yazık ki hayır! 

Yapmamız gereken, Türk işçilerinin, yoksullarının ve gençlerinin tüm haklı taleplerini formüle etmek, desteklemek ve bu talepler için mücadele etmek; aynı zamanda da Türkiye kapitalizminin bunları on yıllardır karşılamadığını ve gelecekte de karşılamayacağını, bu nedenle de yıkılması gerektiğini ayrıntılı, bilimsel ve iyi belgelenmiş bir şekilde izah etmektir. Bu talepler ancak sosyalist bir toplumda işçi/halk demokrasisi koşullarında karşılanabilir. 

Bu şekilde sosyalizm “iyi bir fikir” olmaktan çıkarak emekçi kitlelerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması için bir zorunluluk haline gelir. Türkiye işçi sınıfını bu temel “yöntem” konusunda ikna edebilmeyi başarabilirsek, sosyalist yarını hazırlama yolunda görevimizin yarısını başarmış oluruz.

Bazı perspektifler ve olasılıklar 

Erdoğan’ın 20 yıllık rejiminin sona erdiği bir dönemde TİP’in inşası ayrı bir önem kazanıyor. Oldukça politize ve kutuplaşmış bir atmosferde gerçekleşecek olan seçimler, TİP’in bir kitle partisi yönünde gelişmesi için katalizör işlevi görebilir. Görünen o ki burjuva blokların yanı sıra seçimlere iki sol blok daha katılacak. Biri, HDP ile ittifak yapmak istemeyen TKP ve SOL gibi partilerin inisiyatifiyle, diğeri ise muhtemelen HDP ve TİP ile birlikte yedi sosyalist sol partinin oluşturacağı bir blok. HDP’nin yüksek oy oranı, ikinci bloktaki sol partiler için şimdiden büyük bir seçmen kitlesine hitap etme zemini sunuyor. Bu da önümüzdeki dönemde HDP’nin yanı sıra TİP ve diğer sol partilerin de parlamentoda yer alabileceği anlamına gelmektedir., 

Tahmin yürütmek zor olsa da TİP’in %3 oy oranına ulaşma hedefi oldukça zorlu olacaktır. Ancak bunun için mücadele etmeye değer ve gereklidir. İşyerlerinde, mahallelerde, üniversitelerde, işçi sınıfının bulunduğu her alanda motive, enerjik ve kararlı bir çalışmayı içeren coşkulu bir seferberliğe ihtiyaç vardır. 

Öte yandan bu hedefe ulaşılamaması halinde yaşanabilecek hayal kırıklığı riskine de hazırlıklı olmak gerekir. Bu seçimlerin TİP açısından bir dezavantajı, seçimlerin esasen Erdoğan rejimi için bir referandum niteliği taşıyacak olması, dolayısıyla halk arasında oylarda bir bölünme endişesi, yani küçük partileri sıkıştıracak büyük bir kamplaşma yaşanacak olması. Üstelik kısa süre önce kabul edilen yeni seçim yasası küçük partileri daha da dezavantajlı bir konuma sokmaktadır.

Türkiye’de, rejimin oylanıp oylanmayacağından bağımsız olarak, hali hazırda yeni bir döneme girmiş bulunmaktayız. Rejimin yenilgisi durumunda, bu yeni durumda sol ve sosyalist fikirler için büyük fırsatlar içeren önemli bir dönüm noktası yaşayacağız. Muhtemelen yerleşik burjuva muhalefet partilerinden bir geçiş hükümeti kurulacak ve bu hükümet iki yıllık bir geçiş dönemi öngörmektedir. Bu durum HDP, TİP ve diğer sol partilerden oluşan sol cephenin ülkede kitlesel bir sol muhalefete dönüşmesine yol açabilir. Yeni siyasi “istikrar” ortamında ülkeye belli bir taze para girişi olsa bile, yeni hükümet ülkeyi krizden çıkaramayacağı gibi, vaat edilen demokratik ve sosyal hakları da yerine getiremeyecektir. 

Son yedi yılda Türkiye’de işçiler tarafından işten çıkarmalara, düşük ücretlere, güvencesizliğe ve hayat pahalılığına karşı münferit mücadeleler verilmiş olsa da hükümetin demokratik hakları neredeyse tamamen ortadan kaldırması ve büyük bir baskı rejimi kurması nedeniyle işçi sınıfı mücadelesi büyük ölçüde gerilemiştir. Toplumun büyük bir kesimi Erdoğan rejiminin bir sonraki seçimlerle sona ereceğinden emin olduğu için, gelişmekte olan küresel kriz nedeniyle keskin değişimlere açık olmamız gerekse de yakın dönemde keskin sınıf mücadeleleri beklenmiyor. Her halükârda, sınıf mücadelesindeki mevcut düşük seviyenin, özellikle rejimin düşmesi durumunda kısa sürede değişmesi ve özellikle dünya ekonomik krizinin yaşandığı ve yeni hükümetin kemer sıkma politikalarını uygulamaya çalıştığı bir durumda büyük emek mücadelelerinin yaşanması çok muhtemeldir.

TİP’in gelişimi solda birlik tartışmalarını daha bugünden ileriye taşımıştır. ÖDP’nin yeni bir başlangıç için ismini SOL parti olarak değiştirmesinin arkasında bu gerçek yatmaktadır. Aynı durum TKP ve SOL’un inisiyatifinde yeni bir sol cephe arayışı için de geçerlidir. TİP’in konsolidasyonu bu tür yeni sol kristalizasyonlara yol açabilir ve uluslararası alanda etki yaratabilir. TİP’in kitle partisi olma yolunda ilerlemesi HDP’yi de daha sola taşıyacaktır. 

Ülkede özellikle mülteci karşıtlığı temelinde yeni aşırı sağ güçlerin ortaya çıkmakta olduğu gerçeği ile birlikte bu beklentiler göz önünde bulundurulduğunda, TİP’in ve tüm sosyalist güçlerin omuzlarında büyük sorumluluklar olduğu görülebilir. 

TİP’in kitlesel bir sosyalist parti olabilmesi için gerekli nesnel koşullar mevcuttur. Şu anda asıl zorluk öznel faktörlerde yatmaktadır ve işçi sınıfının mücadelesinde kitlesel bir sosyalist partinin hayati önemini kabul eden hiçbir devrimci Marksist, mevcut tüm zorluklara ve karmaşıklıklara rağmen TİP’in gelişimine kayıtsız kalamaz. 

TİP olmuş olan değil, olmakta olan bir partidir. Daha birçok aşamadan geçecektir ve halihazırda bir üst aşamaya geçiş sürecindedir. Bu geçişin başarısı ya da başarısızlığı işçi sınıfı için bir dönüm noktası olacaktır. TİP bu hedefe ulaşırsa, tüm bölgede ve uluslararası alanda işçi sınıfına ve yoksul köylülere benzer kitlesel sosyalist partiler inşa etmeleri için ilham verebilir.

Previous post Türkiye’deki Akkuyu Nükleer Santrali ve Çernobil’in hayaleti |Nihat HALEPLİ
Next post Kazma Bırak Kampanyası Uluslararası Toplantısı Basın Bildirisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.