SOL KİTLE PARTİSİ MESELESİ ve HDP
İsmail N. Okay, 09.06.2019
Tüm yaşadığımız sorunların kaynağında kapitalist sistem olduğuna göre, ona karşı mücadele de ancak sosyalist bir programla olur. HDP sosyalist bir programa sahip bir parti değil ve partide sosyalist bir çizgiye sahip olamayan Kürt Hareketi baskın. O halde neden HDP?
Kapitalizm var olduğundan beri ona karşı işçi sınıfının mücadelesi de hep var oldu. Bu mücadeleler tarihin akışı içerisinde gelişerek daha derli toplu bir hale geldi. Daha sonraları, yani belli bir aşamadan sonra patronlara karşı işçi sınıfının daha çok işletme içerisindeki birleşik gücünü temsil eden sendikaların yanında işçi sınıfının politik ayağını oluşturan işçi partileri ortaya çıktı ve bunlar giderek kitleselleştiler. İşçi sınıfı mücadelelerinin tarihi içerisinde zaferlere, yenilgilere, ihanet ve sapmalara rağmen işçi sınıfının kendi partileri sömürüye karşı mücadelede hep merkezi bir öneme sahip oldular.
Fakat 1989’da Doğu Bloku/Stalinizm’in yıkılması sınıf mücadelesi açısından tarihi bir yenilgi ve bir dönüm noktası oldu. Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin kaldırıldığı, dış ticaretin devlet tekelinde olduğu, planlı ekonomiye dayanan fakat işçi sınıfının kontrolünün olmadığı (üretimde, bölüşümde ve yönetimde) ve bu şekilde kapitalist olmayan fakat sosyalizmin de sadece bir karikatürü olan “dejenere” işçi devletlerinin yıkılması ile birlikte kapitalizm, işçi sınıfına karşı sadece ideolojik zaferini ilan emekle kalmadı. Aynı zamanda işçi sınıfının örgütlülüğüne de çok büyük bir darbe vurdu. Özellikle işçi sınıfının güçlü olduğu Batı Avrupa’dakiler başta olmak üzere bürokratik ve burjuva yönetimlerine sahip olmalarına rağmen tabanı itibariyle işçi partileri olan zamanın sosyal demokrat partileri, 89 yenilgisinin ardından tamamen burjuva partilerine dönüştüler. Bugün dünyanın hiçbir yerinde işçi sınıfının kitle partisi diyebileceğimiz bir parti hala ortaya çıkmış değil.
Diğer taraftan, özellikle 1999’dan itibaren küreselleşme karşıtı hareketlerle başlayan ve Irak ve Afganistan’a karşı yürütülen emperyalist savaşlara karşı savaş-karşıtı protestolarla devam eden bir süreçle birlikte 89 yenilgisinin sebep olduğu ölü toprağı da giderek atılmaya başlandı. Bu süreç içerisinde dünyanın birçok yerinde sosyal demokrat partilerinden ve onların güdümündeki sendika bürokrasilerinin sol kanatlarının bu partilerden kopmasından “yeni formasyonlar” diye tabir edilen partiler otaya çıktı. Brezilya’da P-Sol; Almanya’da Die Linke; Yunanistan’da Syriza gibi partiler bunlardan bazı örnekler.
Bu partilerin en önemli ortak özelliği tam bir sosyalist programa ve stratejiye sahip olmasalar da işçi sınıfının çıkarlarını savunan taleplerle ortaya çıkmış, genellikle çok farklı politik akımları bünyesinde toplayan ve kısmen de kitleselleşebilmiş partiler olmaları. Yani bu yeni oluşumlar tam olarak işçi partileri olmasalar da talep, söylem ve eylemleriyle burjuva karakterli partilerden ayrılıyorlar. Bu partilerin sosyalist devrimci partilere dönüşme ihtimalleri çok düşük olsa da, çok devinimli ve dinamik bir süreç olan sınıf mücadelesi içerisinde gerçek bir işçi partisinin ortaya çıkması için bir kaldıraç işlevi görebilirler. Diğer taraftan bu partilerin akıbetinin ne yönde olacağını işçi sınıfı mücadelesinin (parlamento dışı) gelişimi belirleyecektir (“her şey olabilir”).
HDP de bu formasyonların Türkiye özgülünde ortaya çıkmış tipik bir örneği olarak görülebilir. Ulusal sorunun daha çözülmediği Türkiye’de Kürtlerin demokratik hak mücadelesinin içinden çıkan HDP’nin, Avrupa’da ortaya çıkmış olan yeni formasyonlara kıyasla kendine özgü farklılıkları olması kaçınılmazdır. HDP’nin bu kendine özgü farklılıklar bazı yönlerden avantaj sağlarken başka yönlerden handikap olabiliyor. Örneğin, HDP’nin kolay bir şekilde terörle özdeşleştirilmesi ve böylece egemenler tarafında kolayca hedef tahtasına koyulması onun özellikle batıdaki işçi sınıfına ulaşması önünde en önemli bariyer şu anda.
Yine de “Türkiyelileşme” kavramında ifadesini bulan bir stratejiyle ortaya çıkan HDP’nin tüm zorluklara rağmen “Türk” emekçilerine de ulaşabildiği 7 Haziran seçimlerinde çok bariz bir şekilde kanıtlandı. Egemenlerin HDP’nin özellikle “Türkiyelileşme” stratejisine alan bırakmayacak şekilde saldırarak sadece Kürt illerine sıkıştırma çabalarına ve bu saldırıların neden olduğu devasa sorunlara rağmen, HDP bu stratejisinde vazgeçmeyerek konumunu koruyabildi (geriye çekilip, sırf Kürtlerin demokratik hakları için mücadele eden bir Kürt partisine de dönebilirdi). Bu aynı zamanda “Türkiyelileşme”nin HDP için taktiksel değil, bilakis stratejik olduğunun da önemli bir kanıtı.
Diğer taraftan Türkiye’nin her bakımdan sistematik olarak geri bırakılmış ve en yoksul insanların yaşadığı bir bölgesindeki emekçileri ve yoksul köylüleri sınıf mücadelesine dahil etmek (sınıf birliği) HDP olsa da olmasa da sosyalist hareketin önünde üstesinden gelmesi gereken bir olgudur zaten. Kürt sorunu sadece bir demokratik haklar sorunu değil aynı zamanda sosyal (sınıfsal) sorundur. Halen HDP’nin Kürt illerinde oy potansiyelinin, seçimler ölçü alınarak söylemek gerekirse, Türkiye çapındaki oranını yüzde 10 civarına karşılık gelecek bir biçimde yükseltmesi (Kürt hareketinin sosyalizm ile ilgili tüm çelişkilerine rağmen) bir sorun değil, tam tersine Kürt ve Türk işçi sınıfının birliğinin sağlamasını kolaylaştırıcı bir faktör olarak görülmeli.
Geniş emekçi kesimlerin yüzünü kendine çevirebilecek, onların taleplerinin sesi olabilecek, parlamento içi ve dışı mücadeleyi birleştirebilecek, kitle partilerine (ister yeni formasyonlar olsun isterse de reformist sosyalist) yaklaşım “taktik” ile ilgili bir meseledir. Bu bağlamda “strateji” ise işçi sınıfını çatısı altında toplayabilecek; işçi sınıfının kendisinin kurduğu; net bir sosyalist programa sahip; kapitalist sistemi alaşağı edecek işçi sınıfının devrimci partisini inşa etmektir. Strateji ilkesel olmayı, taktik ise olabildiğince esnek olmayı gerektirir ve taktik her zaman stratejiye tabidir.